2 Aralık 2014 Salı

İşaret dilinin herkesin bildiği bir dil olduğunu hayal ettim...hoş , çok hoş geldi.

Dil öğreniyoruz, her birimiz kendi anadilimizin yanında ikişer üçer, bazı yeteneklilerimiz de  belki daha fazla dil öğrenmeye meyilli, daha önce de çok istemiş ancak fırsatını bulamamıştım, işitme engelliler için olan işaret dilini bilip ,anlayıp, konuşabilmek ne güzel olurdu, bu dil bütün dünyada herkesin konuşabildiği ortak bir dil olsaydı… yazmanın haricinde kendini ifade edebilme değil mi esas sorun, ben eğer karşımdakine ne istediğimi anlatabiliyorsam  onu da anlıyorsam gramer ya da yazı dili daha üst seviyede ve profesyonel kalmıyor mu?

Bu işaret dili evrensel olarak aynı diye biliyordum bir araştırdım ayrı ayrı hemen hemen 100 e yakın işaret dili varmış ancak temel bazı şeyler uluslararası standartlardaymış.
Aslında tek bir işaret dili olsa temel ihtiyaçlar için ve bu temel olan her ülkede okuma yazmaya paralel olarak müfredatta yer alsa...ne güzel olurdu değil mi?

Evet bu akşam görme engellilerden oluşan bir tiyatro ekibinin oynadığı bir oyuna gittim .
 "Gemilerde Talim Var" 

TUZLA SANAT PLATFORMU GÖRME ENGELLİLER TİYATRO GRUBU-BENAN TİYATROSU


Derleyen ve Yöneten: Orhan Çağlar

Oyuncular: Orhan Çağlar, Yaşar Türken, Geylani Akçay, Ahmet Öngen, İnci Kaynarpınar, Hülya Köseoğlu, Nihal Çağlar
Sahne Amiri: Naz Yazıcıoğlu

Oyun Bilgileri: Hayatın karanlık yüzüyle istemeden karşılaşmak zorunda kalan bir avuç insanın başkaldırışıdır bu oyun. Engellerin; aşılması gereken sıradan sorunlar olması gerektiğine inanan; idealist, azim dolu ve inanarak sahnelerin büyülü dünyasıyla buluşan bir avuç özel yürek..
Hızlı, yüksek tempolu, kahkaha dolu bir oyunu başarıyla sahneliyor ekibimiz. Sıradan bir yalanın, devamında başka yalanlarla desteklenmesi zorunluluğu sonrasında ortaya çıkan olayları, kahkahalara boğularak izledik.
Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve tabii ki bu oyunu Nilüfer’lilerle buluşturan Ayşe Yılmaz hanıma ve Nilüfer belediyesine de çok teşekkürler.

Dünya Engelliler Günü etkinliği olarak sahnelenen bu oyunda  İşitme Engelli izleyiciler için işaret dili çevirisi yapıldı. Onu izleyerek seyrettim oyunu zaman zaman ve öğrenmek arzusu heyecan verdi yüreğime.

Keşke dedim keşke daha büyük bir salonda ve daha çok katılımcının olduğu bir oyunla görme engellerine rağmen gönül gözleriyle gören ve müthiş performanslarıyla herkesi kahkahalara boğan bu oyunu  gören gözler  ve işiten kulaklar olarak engelsiz olanlar da çoğunluklu olarak izleselerdi, herkes görseydi, evet salon tam doluydu ancak, işitme engelli çocuklar ve öğrenciler yoğunluklu bir katılım vardı.


Teşekkürler Benan Tiyatrosu, teşekkürler…Nilüfer Belediyesi…

22 Kasım 2014 Cumartesi

Her şey sensin...

Birisiyle yola çıkarsın....
İnanırsın, belki kendine güvenemediğin kadar güvenedebilirsin...
Oysa bilmezsin ki o kendisine güvenmiyor, çok değer verirsin, umutlarını , kendi omuzunda kaldıramadığın umutlarını paylaşmak istersin, el ele yaparız dersin, birlikte daha kuvvetliyizdir artık, gecen gündüzün karışır birbiriine ve ...zannedersin ki seninle aynı heyecanı duyuyor...oysa güzelim, sen sadece hissettiklerin kadar heyecanlısın onun hissettiklerini bilemezsin ki, onun sanaverdiği değeri ölçemezsin ki...sonra enerjin düşer birden, bu muydu dersin, bütün heyecanım, arzularım, yapmak istediklerim...hani birlikte daha kuvvetli olacaktık, hani yalnız yapamadıklarımı birlikte yapabilecektik?
İşte işin sırrı burada...önce kendine güveneceksin, kendine inanacaksın, arzularınla yaşamayacaksın, çok hayal kurmayacaksın, ne yapmak istiyorsan önce kendine bir inan, yapabileceklerini bir masaya yatır, hiç kimseden medet ummadan şunları sor kendine,Gerçekten çok istiyor musun? Sen bu konuda hiç destek olmasa da yapabileceklerini yapma gücüne sahip misin? Ne yapabilirsin? Ne kadar kendin olabilirsin? Eleştirilere, kınamalara, gülmelere, seni aşağı çekmek isteyenlere karşı direnmeye hazır mısın? Göğsünü gere gere korkmadan yılmadan bu yolda baş koymaya hazır mısın?
Bu yapmak istediğin her ne ise tüm bedelleri ödemeye hazır mısın? Unutma ki!..
İstek>>>inanç>>>>analiz>>>bedel >>> eylem >>> sonuç >>>>>>>İSTEDİĞİN işte tam orada seni bekliyor...
Hadi durma....Sevgiyle sarıl kendine, bırak başkalarını , sen kendine güven , inan ve iste o zaman başka destekler kendiliğinden gelecek zaten , öyle bir ışığın olacak ki , kendin bile şaşıracaksın...hadi hazır mısın? Ben hazırım sendeki başarıyı , kendin olmayı görmeye ve yanındayım....sevgimle..

Kara kalem resim çalışmalarım











5 Ekim 2014 Pazar

İyi yolculuklar...

Günaydın....varlığınla bulunduğun ortamı bayram yerine çevirmen dileğimle Günaydın. ...
Doğanın bir parçası olarak anlarının mucizelere dönüşmesi her anı nın bayram sevinciyle geçmesi için doğaya ve bulunduğun ortama uyum sağla , olayın içindeki mucizeyi göreceksin... bunu görebilmek için sakin ol, DOĞA-L ol ve huzurla izle, hiçbir şey olmuyor diye o şey için inat edip enerjini bloke etme , sadece nehirde akan ol...su gibi yumuşak uyumlu ve her girdiği ortama ayak uyduran , varlığıyla hayat bulduran ol....tutunma hiçbir üzüntüye, acıya ve sevince....Bazı yerlerde yosun tutsan da durma kaynağından çıktın okyanusa gidiş yolunda dokunduğunu her yere can ver...d okundukça arındığını doğru yola gittikçe Çağlayan ve şelalelere döndüğünü göreceksin ve sonunda okyanusa varıp BIR'E karışacaksın. ..tali yollara kayıp engellere tutunup kesme yolunu sadece doğal ol ve karış bütüne. Unutma bu yolda önüne çıkan, dokunduğun her parçanın sana senin de arınmak için onlara ihtiyacın var seni arındırıp BİR'e bütüne itecek onlar.Durduğun yerde hareketsiz kalıp arınmayı beklersen unutma ki istemediğin başka akıntıya kapılıp istemediğin yanlış barajlarda mahkum olabilirsin....şimdi soruyorum kendi enerjinle varlığını hissederek okyanusa arınarak varmak mı? Yoksa başkakarınin akıntısıyla oradan oraya savrulmak mı ? Seçim senin hayat da senin .Güzel arınmalarda buluşmayı diliyorum.Önüne çikanlara dikkat et ya seni savuracaktır ya da arındırıp BİR e katacak ...iyi yolculuklar.Sevgimle.

05.10.2014

Kurban ettim...

Kurban ettim…
Şu anki huzurum için geçmişten gelen korkularımı kurban ettim.
Kurban ettim;
Kendime giden yolculuğumda önüme çıkan tüm engelleri kurban ettim.
Kendini beğenmeleri;
Şişkin egolarımı,
Mükemmelliyetçi bakış açımı,
Hırslarımı,
Arzularımı,
Kıskançlıklarımı,
Şikayetlerimi,
Beni benden uzaklaştıran , dışarıya özendiren, kendimden koparan tüm duygularımı kurban ettim.
Kurban ettim…
Seni sen olarak kabul edemeyen, beni ben olarak hiçbir zaman beğenmeyen bütün duygularımı kurban ettim.
Kurban ettim;
Tüm acıları , hastalıkları, mutsuzlukları , olumsuzlukları bana çeken enerjilerimi kurban ettim…
Şimdi benim için farklı bir bayram;
Kendime yetebildiğim,
Korkularımdan, hırslarımdan, arzularımdan sadeleştiğim , maskelerimden bir bir kurtulduğum, yolculuğumun en güzel bayramlarından birisi…KUTLU OLSUN...


04.10.2014 

22 Eylül 2014 Pazartesi

İlacın tadı kötü gelmiş olabilir…ama iyileşince unutacaksın… “CARPE DİEM “


Hastalıklarımızda farkında isek , artık dayanamaz duruma gelmiş isek, doktor bize ne ilaç verirse tadına, tuzuna acısına bakmadan içeriz, ya da cerrahi müdahale gerekiyor ise kendi rızamız ile bıçak altına yatar kendimizi teslim ederiz.
Gün içerisinde de bazı tatsız olaylar acılar ve cerrahi müdahaleler gibi canımızdan can koparan olaylarla karşılaşırız, hiç düşündük mü bu olaylar ve acılar ve ilaçlar ne için hangi yaralarımızı iyileştirmek için…
Hani steve Job da demiş ya ;
“O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı. Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.”
Sizin kafanıza kim bilir kaç tuğla geliyor , o tuğlalar için isyan mı ediyorsunuz? Yoksa sorgulayıp o tuğla bana ne demek istedi ? Bu her ne ise olmadı ise sebebi ne idi ve bu olmadıysa acaba daha iyi ne ile karşılaşacağım demek varken her olmayan şey için acı bir ilaçtı hep de bu hastalıklar benimi bulur diyip isyan etmeyi mi seçiyorsunuz?
Yaratıcımız da bizim en baş doktorumuz değil mi? Bizim acılarımızı , hastalıklarımızı görüp ona göre iyileştirici ilaç veya cerrahi müdehale ne ise bizi onunla karşılaştır mıyor mu?
O halde doktorumuza ve olaylara kendimizi teslim etmek ve iyileşmek varken neden direnmeyi ve isyanı seçiyoruz?
Hastalık iyileştiğinde derslerimizi almaz mıyız? Örneğin mide probleminiz var ameliyat oldunuz ve artık ona göre bir diyet programınız var  eğer ders almayıp bu diyet programına uymaz iseniz yaranız daha büyük boyutlarda daha derin hastalıklarla kendini göstermez mi? Ta ki siz almanız gereken dersi alıp , o yarayı iyileştirip farkındalıklarınızdan ders çıkarana, doğru reçeteye göre hareket edene kadar.
O halde direnmeyin diyorum, hani hep diyorlar ya  “CARPE DİEM”   yani  “ANI YAŞA”   niçin bunu gerçek anlamını anlamak varken banelleştirip ondan sonra da mmmmmm, ohmmmmm anı yaşa hep mutlu ol diyerek yoga ile kendine yolculuk meditasyonları ile dalga geçiliyor? Neden anlaşılmadan değeri bilinmeden çok şeyin içi boşaltılıyor?
Herkesin kendisi ve yaradanıyla konuşma yöntemi farklı değil mi? Neden bunlara saygı duymayıp da önyargıyla sadece eleştiriyoruz?
Kimisi, yoga ile , kimisi, meditasyon ile, kimisi, namaz ile, kimisi, yaptığı sanat ile kimisi ürettikleri ile, kimisi içinden taşan yazıları ile kimisi şiirleriyle, kimisi müziğiyle ifade etmez mi kendini?
O halde önemli olan yöntem değil , önemli olan o kendini tanıma ve ifade etme için yola çıkmış olman, isyan etmeden, koşulsuz sevgi ile önce kendini, sonra olanı ve olacağı kabul ile…şükür ile teşekkür ile, saygı ile barış ile farkındalıklar ile dokunuşlar ile…
CARPE DİEM ne mi demek?, ANI YAŞA ne mi demek?   işte bu senin başına gelen tuğlayı hisset , sorgula, sana ne mesaj veriyor onu anla demek, anı  yaşa keyfini çıkar demek, isyan etme, kaygılanma, geçmişe ve geleceğe takılma, sadece  derslerini cebine koy ve ilerle demek…en büyük doktora kendini teslim et demek….cerrahi ise cerrahi, acı ilaç ise acı ilaç kendini olana ve gerekene bırak demek, ama ilaç reçetesini de cebine koyarak…
Hadi sevgimle…CARPE  DİEM….




13 Eylül 2014 Cumartesi

RENGARENK

Virgüllerin olsun hayatta, arada molaların, ayrı ayrı değişiik nefeslerin, ama aynı ifadeyi tamlayan.

Ünlemlerin olsun hayatta sana bütün duyguları yaşatan ,heyecanlandıran...

Noktalı virgüllerin olsun hayatta;özneye ayrı anlamlar katan...

Üç noktaların olsun hayatta; açıklamak istemediğin, başkalarının tamamlamasına izin verdiğin şeylerin...

Soru işaretlerin olsun hayatta; her şeyi biliyorum deme, şüphelerin, sorguların araştırmaların devamı olsun...

En nihayetinde NOKTALARIN olsun hayatta, tamamlandığına inandığın...ya da tamam artık denilenleri bırakmayı bil, teşekkür et onlara serbest bırak gitsinler...

Kısacası dostum, hayatında her renk olsun, tek düze olma....rengarenk olmanın keyfi varken...


13.09.2014
Füsun Aykut





9 Eylül 2014 Salı

En iyi insanlar hiç tanışmadıkların mıdır?

“En iyi insanlar hiç  tanışmadıklarımdır “ demiş       Charles  Bukowski

İyi nedir diye sorgulamak geldi içimden?
Kime göre iyi ?
Neye göre iyi?
Ne zaman iyi? Ne zaman iyi değil?
İyilik ve kötülük durumsal değil midir? Kalıplamak yerine ,etiketlemek yerine içimizde ; bizde  ve herkeste hem iyi hem kötü olduğunu kabul etsek daha güzel olmaz mı?

İlişkilere bakıyorum ;
Hani geçen gün de düşünmüştüm ya benim sevdiğim ve “İYİ” diye etiketlediğim arkadaşlarımı bütün arkadaşlarımla tanıştırsam ve sevdiklerim de sevdiklerini herkesle tanıştırsa bu  zaten biz olmaz mıyız? Hiçbir şekilde sevilmeyen ve hiçbir işe yaramayan bir insan kalır mıydı dünyada?

Yani dostum senin sevmiyorum iyi değil dediğin insan başkası için seviliyor ve iyi olamaz mı?
Eğer senin sevmediğini kimse sevmeseydi ilişkilerde ve dostluklarda birisi birisine kızdığında, küstüğünde ve ayrıldığında herkes ondan ayrılmaz mıydı?

Ben eğer kendi enerji boyutumdaki insanları kendi hologramım içine çekiyorsam ve boyutlar değiştiğinde de benim alanımdan çıkıyorsa neden o kişi iyi değil ya da “KÖTÜ” diye yargılansın ki?
O da değişik bir enerji boyutunda o frekanstaki insanların çekim gücü ile orada fayda sağlamayacak mı?
Belki hiç tanımadığım insan için nötr olmayı tercih edip tanıdıkça benim enerjime uyuyorsa hologramıma dahil edip etmemeyi seçebilirim, ama şuna inanıyorum ki bana uymuyorsa bu kötü anlamına hiçbir zaman gelmemeli…zaten de öyle değil…O kötü dediğimiz insanlar zamanında bizim en iyilerimiz canlarımız, sevdiklerimiz, dostlarımız değil miydi?

Bırakalım da onlar kendi boyutlarında iyi olmaya devam etsinler….
İYİ” ve “KÖTÜ” demek yerine   “İNSAN” diyorum ve her şey insanlar için,  bugün tasvip etmediğin bir şeyi yarın aynı şartları yaşadığında sen de yapabilirsin, yani hem iyisin hem de kötü... sen de sadece  bir kalıpta değilsin, durumsalsın, kimisine göre iyi, kimisine göre muhteşem, kimisine göre ukala, kimisine göre hayat, kimisine göre nefretle dolusun…. Kısacası sen "İNSAN" sın…"İYİ" ya da "KÖTÜ" değilsin…

Füsun Aykut 09.09.2014






27 Ağustos 2014 Çarşamba

SINIRLARIMIZ


Kıskanılıyorsan bil ki aslında onun seninle derdi yok, rakiplerinden kendini aşağı görüyor...bilirim NARSİST in ne olduğunu, seni uçan kuştan esen yelden kıskanmanın ne olduğunu, o yüzden diyorum ki arkadaş kıskananın asıl derdi kendiyle....
Özgür bırak ki eşin, sevgilin, partnerin her kimle berabersen , cendereye girmesin...
Senin yanındaysa bil ki bu dünyada milyarlarca insan dururken sen seçilmişsin.
Ne sen onun sahibi , ne de o senin sahibin...sadece deneyimleyeceğiniz hayat için aynı yolda yürümek derdiniz...
Hiç kimse dört dörtlük değil yin ve yang gibiyiz, hem iyi hemde kötüye sahibiz. ve hengisini beslersek anlarımız iyi ya da kötü yaşanıyor.
Özgür bırak, özgür bırak ki kendisi olsun....hani sen yokken olduğu gibi kendisi ne ise o olsun ilk aşık olduğun gibi ve hatta seviyorum diyorsan izin ver kendisini gerçekletirsin , gerçekleştirsin ki bak gör ne mutlu oluyor, o mutlu oldukça da sen! ya sen nasıl mutlu oluyorsun
.
Mutluluk anda değil mi süreçte yaşamıyor muyuz anları, o halde kimi kimden kıskanıyor da o AN ları zehrediyorsun...
Uyum, uyum ve uyum, denge , denge ve denge.... Uyum, denge ve doyumun olduğu bir ilişkide üzülmek konu bile olmaz...
Şunu da unutma bir kadın mutluysa erkek daha mutlu olur....erkeksen ve mutsuzsan kendini bir sorgula...
Yuvayı yapan dişi kuş derler ya ben de diyorum ki yıkan da erkek kuş...
Sınırlar sınırlar ve sınırlar....eş de olsan sınırlarının aşılmasına izin verme..
Kadın mısın? çık artık anne rolünden, sen onun annesi değilsin...onu bakmak değil amacın...şunu da unutma ki erkek önce kadında annesini arar annesini bulduğuna ve her şeyin yine aynen devam ettiğine garantilemek ister kendini, çünkü konfor alanından çıkmak zordur...öyle yetişmiştir, pembe ve mavi patik olayı ... ortak bir hayat yerine belli kalıplar ve roller içinde birer anlaşmadan ileri gidemiyor evlilikler...
Nasıl mı olmalı? bir ilişki başladığı noktadan gelişim de aynı paralellikte olmalıi, hani diyoruz ya aynı dili konuşmak diye,, işte bu dil , duygularda ve her türlü gelişimde de olmalı...kimse kimseye bakmakla yükümlü olmamalı, kadınlardan çok duyuyorum ( söz meclisten içeri ben de yıllarca aynı değil miydim) saçımı süpürge yaptım her işi yapıyorum, çocuklar da benim sorumluluğumda herşey ama herşey.aynı zamanda çalışıyorum, iş yerrinde birçok projelere imza atan ben çocuğumun öğretmeniyle konuşmaktan, tatil organizasyonu yapmaktan, kırılanı bozulanı tamire götürmekten niye gocunsun ki şimdi ona söyleyene kadar ben kırk kere yaparım demedik mi? dedikçe de sırtımızdaki küfeler her geçen gün artmadı mı? kadın güçlenip erkek pasifleşirken sorumsuz , ilgisiz ve mutsuz değer görmeyen erkekleri biz yaratmadık mı biz onların annesi yerine kendimizi koymadık mı?
Söyleyeceğim şu ki bırakın anne baba olmayın eşinize....
Erkek anneyi evde görünce gönül bağından vazgeçiyor ve kendine değer veren kendisiyle aynı dili konuşan ve hoş kadınları görünce ister istemez gönül kaymıyor mu?
Kadın, kadınlığını bilmeli, erkeğin güzeli ve özeli olarak kalabilmeli, erkek de öyle, herkes sorumluluklarını bilmeli...ve birbirinden uzaklaşmak yerine daha da kenetlenmeli...
Bırak kaybetme korkunu, karşındakine sadece değerli olduğunu hissettir, bakımlı ol özel ol, muhtaç ve mağdur rollerinden vazgeç... vazgeç ki hem sen hem o özgürleşsin ve artsın mutluluğunuz...
Ha ben mi...annelik rolümü bıraktım ve kendimi sorgulayınca herşey bitti...
Bitmesin , herkes özünde o kadar değerli ki , önemlii olan o değerlerimizi görmek ve dengeyi sağlamak....
Haydi çok konuştum yine kalın mutlulukla, kendiniz olarak...sarılın eşinize sevgili olarak....
içimden aktı geldi işte....



KENDİNE KÖR MÜSÜN?


Kurumlarda sistem körlüğü diyoruz ya, ya kendi benliğimizde, bize sunulan fırsatları görmeyişimiz, ezbere hayatlar yaşamamız, olayların içindeki kapalı zarfta sunulan hediyeleri fark etmeden arzu ve isteklerimizin peşinde koşmamız , sadece sahip olmayla mutlu olacağımızı sanmalarımız, değil midir bizi kendimizin önüne engel koyan ..hep daha iyiye sahip olma arzusuyla kendini iyileştirmeden geçmiyor mu hayatlar...
Henry Ford 'un bir sözü vardı en tepeye çıktığımda aşağıya bir baktım ve yukarı çıkmaya çabalayanlar adına üzüldüm çünkü yukarıda birşey yokmuş....
Bir de şöyle diyor;
"Benim sıfırdan başladığımı söylüyorsunuz, ama bu doğru değil. Hepimiz eldekilerle başlarız. Farkı yaratan bunları nasıl kullandığımızdır."
Yani evet hepimizin elinde birşeyler var ve kıymet bilmiyor ve değerlendiremiyoruz,
Hiç kimse sıfır değil, herkesin cebinde farklı yetkinlikler ve farklı güzel özellikler var.
Şimdi bakalım kendimize;
insanlara önyargıyla yaklaşıp bizi rahatsız eden davranışı var diye yok sayıp silmiyor muyuz defterden...Oysa seni rahatsız eden kabul edemediğin nedir? Onun üzerine bir git, ve yüzleş o kabul edemediğinle, "KENDİNE KÖRLEŞME" burada işte bence , çünkü kınıyoruz, eleştiriyoruz ve sanki tek doğru varmış gibi değişime kapalı ve etrafımızdakilerin farkına varmadan olan olaylardan öğrenmeden, farkındalıklar yaşamadan, olayları aklımızda kapatmadan askıda bırakmıyor muyuz, sonra her konu tekrarında rahatsızlığımız çıkmıyor mu su yüzüne? Doğru sadece senin doğrun değil, bir tane doğru yok, onun penceresinden olayı görmeye çalış ve seni rahatsız eden şeyle yüzleş, olanı ve herkesi olduğu gibi kabul et, kabul etmek demek , benimsemediğin o hareketi yapacaksın demek değil, o da onun doğrusu de, onun yaşanmışlıkları farklı de ve insan olarak onun da öğrenme sürecinde olduğunu kabul et.Ona; doğru ayna olabilirsen o kişi de kendini fark edecektir, kördür belki gözleri alışmıştır pohpohlanmaya yükseldikçe yükseliyor yükselirken de ezip geçiyordur kırdıklarını fark etmeden, kendisine objektif aynaları görmeden...
Etraf için çifte gözlükler takıp hayata bakarken, özüne bakmayı bilmeden...
Miyop, hipermetrop, astiğmat mısın bunların hepsi için gözlükler var.
Ama kendine körsen eğer bunun tek çözümü var, "AT GÖZLÜĞÜNÜ" çıkar kafandan geniş açıyla bak etrafa.......DUR ve kendini dinle...sadece ANLA...
AN-ladıkça her şey nasıl anlam değiştirecek, ve o eski kelimelerin yüklediğin anlamlardan özgürleşecek.
Aydınlıklar içinde kendimizi görebilmek dileğimle.
Füsun Aykut


YOL AYRIMLARI

Her seçim bir vazgeçiştir;
Tabi eğer vazgeçtiğin şey senin konfor alanını bozacak ve kendi ayakların üstüne basmanı isteyecek ise yol ayrımları hep zor gelir insana...o yüzden de diyorum ki Bağımlı değil ama bağlı ilişkiler,
İhtiyaçtan dolayı değil, sevgiden dolayı beraberlikler...
Koluna bile sahiplenmeyeceksin demiş ya hani Can baba..;
Evet koluna bile sahiplenme...
Nasıl ki senin oldular o benim dediklerin....
Elinden kayıp gidince artık senin olmayacaklar...
Sende ne var biliyor musun?
Algı var
Akıl var,
Anlamlar var;
Değerlerin var,
Düşündüğün ve her şeyi anlamlandırabildiğin kadarsın..üretebildiğin, sevebildiğin, paylaşabildiğin kadar da artarsın...
Artmak mı hani o vazgeçtiğinde konfor alanını bozmayacak olanlar işte...
Kendine yetiyorsun, üretiyorsun, yürekten paylaşıyorsun, seviyorsun, özgürsün işte o zaman , işte o zaman bir yol ayrımı çıkarsa eğer hiç tereddüt etmeden istediğin yola gidersin, çünkü bundan sonrasını gidecek olan sensin....konforunu yaratan şeyler değil...
Ormanda yol ikiye ayrıldı. Ben daha az kullanılanı seçtim. Bu, hayatımdaki bütün farkı yarattı. demiş Robert Frost...
YOL İKİYE AYRILDI
Yol ikiye ayrıldı güze batık ormanda,
Gezemediğim için üzgünüm ikisini de
Bir gezgin gibi tek başına, uzun süre
Durdum, baktım en uzaktaki yola
Bükülüyordu çalılıkların arasında;
Ardından ötekine saptım güzellikten nasipli,
Kim olsa onu seçmez miydi zaten,
Çimenlerle kaplıydı fethedilmekti niyeti;
İşin doğrusu yolların her ikisi de
Gerçekte eşit ölçüde aşınmıştı,
Ve ikisinde de seher eşit uzanırdı
Yapraklara, ayak altında kararmamıştı renkleri
Âh, ilkini bir başka güne bıraktım!
Anlamadan bir yolun başka bir yola kavuştuğunu,
Kararsızdım gidersem dönemem asla geri.
Anlatacağım derin bir âh ile bu durumu
Yıllar yılı her yerde her zaman:
Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben--
Daha az katedilmiş olanı seçtim,
Ve bütün ayrımı yaratan da buydu.
Robert Frost


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Yağmur yemiş bir deniz gibiyim...

Yağmur yemiş  bir deniz gibiyim demiş  Atilla ilhan dizelerinde…
Yağmur yiyen deniz…
Ne güzel olur  değil mi damla damla çoğalıyorsun damlalardan “BİR” oluyorsun ,  sonra tekrar buharlaşıp ayrışıyor rüzgarın götürdüğü yerde birleşiyor yine rüzgarın sürüklediği yerde nerenin ihtiyacı varsa oraya dökülüyorsun…
Çoğalıyorum, bana dokunan yansıyan her bir olayla, her bir insanla çoğalıyorum… Her gün yeni şeyler öğreniyor , değişiyor, dönüşüyor en iyi ben oluyorum…en iyi mi? Kim en iyi? Nedir  o en iyi olan?
Aslında ben çoğaldıkça herkesle birleşiyor aslında “TEK” iken “BİR” oluyorum.
Düşünsene… bir makine mühendisi ,  bir doktor, bir işletmeci, bir usta, bir işçi, bir yönetici hepsi bana hizmet etmiyor mu? Her birimiz bir diğerimiz ve aslında hepimizin ihtiyacı için uğraşmıyor muyuz?
Ve aslında hepimiz her birimize ayrı ayrı ihtiyaç duymuyor muyuz?
Mühendis ? Talep olmasa arabayı neden üretsin?
Doktor? Hasta olmasa  bu kadar sene neden dirsek çürütsün?
Ya bakkal, ya manav, ya işçi, ya temizlikçi, ya aşçı , ya yönetici ;bunlar olmasa herkes her şey olabilir mi?
Öyleyse nedir bu kasıntın? Nedir bu böbürlenmen? Aslında sen de bana hizmetkarken bu dünyada  nedir bu senden olmayanı küçük görmen?
Yağmur damlasıyım, sadece  küçük bir damlayım  ve seninle sizinle, hepimizle ancak çağlayan olup akabiliyorum, okyanus olabiliyorum…peki o niye?  “BİR”  olmak  için hepsi,  hepimiz aslında hepimiz için…

18.08.2014

Sevgimle…

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Her ışık aydınlık mıdır?

“HER IŞIK AYDINLIK MIDIR?”

Bugün 06.08.2014 Meditasyonda Afet hanım' dan duyduğum bu cümle  şimşek gibi çaktı zihnimde…
Evet  her ışık aydınlık mıydı?
Işık diye gördüğüm her yansıma beni mutlu mu etti? Aydınlattı mı ? Neler yaşadım ? O ışıkları nasıl algıladım? Nasıl değerlendirdim? Doğru yönetebildim mi? İçime çevirebildim mi? 

AYDINLANMA nedir o halde? Her ışık bizi aydınlatıyor mu? Yoksa biz o ışığı hissettiğimiz ve doğru noktaya odakladığımız zaman mı aydınlanıyoruz ? Ya peki aydınlanmak insana huzur mu getiriyor? Yoksa  kişiliğimizin bilinçdışı katmanlarının farkına varmak , varmış olmak daha mı çok acıtıyor bizi…Onları öğrenip su yüzüne çıkardıkça daha mı özgürleşiyoruz  kendimizden?

Bu sahte yüzleri , maskeleri , kalıpları anlayıp tanıdıkça kendi orijinal yüzümüzü mü ortaya çıkarıyoruz?

Osho’nun dediği gibi aydınlandığımızda yeni bir insan olmuyoruz aslında ,aslında hiçbir şey de elde etmiyoruz, sadece bir şeyler kaybediyoruz; bağlantımızı kaybediyoruz, esaretimizi kaybediyoruz, mutsuzluğumuzu kaybediyoruz. Aydınlanma bir kaybetme sürecidir.Kaybedecek bir şey kalmadığında ulaşılan mevki Nirvana’dır.Mutlak bir sessizliğin ortasında kalmaya da aydınlanma denebilir.
İçinizde birisi olmadığında sadece boşluk , hiçlik kalır ki bu aydınlanmadır.

Işığı fark etmek, doğru kanalize etmek, yansıtmak  ve bilinçaltımızdaki tüm kalıplarımızı anlayıp , kendimizi tanıdıkça, özümüze dönmek, kendimiz olabilmek dileğimle, AYDINLIK günlere...Sevgilerimle.




30 Temmuz 2014 Çarşamba

MASKELER


Bu video da çok şey gördüm; İnsanların gerçek yüzlerini gördüm…
Yapmak isteyipde yapamadıklarımızı kendimize yakıştıramadıklarımızı empati yaptığımızda ne kadar rahat yapabildiğimizi gördüm.

Bu videoda acı gördüm…
İçimizdeki potansiyeli görmediğimizi, aslında  fıkır fıkır bir cevher olduğunu ama kendimizi gerçekleştiremediğimizi gördüm.

Bu videoda şaşkınlık gördüm;
Hiçbir şeyi yapmam yapamam dememek gerektiğini aynı şartlarda hepimiz herkes olabileceğimizi ve her şeyi yapabileceğimizi gördüm.

Bu videoda sinerji gördüm;
Tek başına yapmaya cesaret edilemeyen şeylerin ekiple ve ortak ruhla nasıl da yapılabiliyor olduğunu gördüm…

Bu videoda korkaklık gördüm;
Nasıl da aslında kendimizi olduğumuz gibi kabul etmediğimizi maskelerin arkasında her şeyi yapabildiğimizi gördüm.

Bu videoda güvensizlik gördüm;
Kendimize güvenmediğimizi aynı dansı kendi kendimize de yapabilecek iken başkasının yönlendirmesine ihtiyaç duyduğumuzu gördüm…

Bu videoda hayatın  tüm gerçeğini gördüm;
Kendimiz olamadığımızı yaptıklarımızı ve yaşadıklarımızı hep, maskeler ,  kimlikler ve  farklı yüzler arkasında yapabildiğimizi  gördüm…

  

Hey sen, maskeli çocuk;
Fırlat artık tüm maskelerini,
Dans mı etmek istiyorsun,  çıkar ayakkabılarını, yüreğinin ritmini dinle, doğanın güzelliklerini gör, içindeki sen ne diyor onu duy…yap içinden gelenleri, korkma, cesur ol, sevdiğini söyle, düşüncelerinde açık ol….kimse senin bilincini okuyamaz ki kimsenin seni anlamasını bekleme, sen kendin olduğunda anlamaları ve seni okumaları daha kolay olacak, anlatmaktan çok anlamaya  çalış, nasıl yaşamak istiyorsan öyle ol…Kısacası dostum, maskeleri taktığın zaman yapabileceklerini maskesiz de yapabilecek kadar kendine CESUR ol….

30.07.2014  Füsun Aykut






                        



8 Temmuz 2014 Salı

Dokunuş...

Günün yorgunluğunu denizin serin sularına bırakmaya giderken, 3 kanka kıkır kıkır gülerek hayatı  tiye alan farkındalıklarımızı konuşuyorduk, gece birkaç  saatlik uykuyla ve günün yorgunluğu olmasına rağmen bir gecelik kalacağımız tatil yerinin keyfini çıkarmak için sahil kenarına gidiyorduk.Yolda yatan birisini gördük kıvrılmış hareketsiz yatan orta yaşlı bir adam,  garip giyinişli, esmer tenli ve yalnız yaşadığı belli olan haliyle duygusuzca yatıyordu, heyecandan elleri ayaklarına dolaşmış  17  yaşlarında olan tatilci çocuk karşı apartmanın birinci katında oturuyormuş  balkondan görünce yere düşen kişiyi, hemen yanına gelmiş. Telefonla bir yerleri aramaya çalışıyordu… ablasını aradım ama cevap vermedi dedi..Biz ne yapacağımızı bilememenin  heyecanıyla yaklaştık yanlarına, çocuk çok korkmuş heyecanlıydı, ambulansı aradım Edremit’ten gelecekmiş  buralarda yokmuş  bekleyeceğiz diyordu korkuyla…
Ben ve yanımdaki dostlarım belki o çocuğun iki katı yaşlardaydık ama onun gösterdiği o cesaret ve ilgi karşısında bizim de elimiz ayağımız tutulmuştu sanki…
Oradan geçip gidecektik, o sırada motosikletli bir bey yaklaştı, durumu sordu ambulans bekleniyor deyince yapacak başka bir şey yok sadece beklemeliyiz dokunmayalım dedi ve motorunu sürdü gitti..
Kendim dokunmaya ve yaklaşmaya korkuyordum zaten, bir de bu motosikletli bey dedikten sonra dokunmamızın belki hastaya hasar  verebileceğini düşündüm , ama o çocuğun çaresizliği ve yalnızlığına kıyamadım, karşı caddedeki esnafa sormak istedim ve gittim sordum esnaf ilgilenmedi orda alışveriş yapan  20 yaşlarında genç bir kız hemen koştu….
Hastanın yanına eğildi ve onu konuşturmak için sorular sordu,   “neyin var abicim  ne oldu”  işte bu soruydu…beni  şok eden, oysa biz yaklaşamamıştık  su getirin diye bağırdı genç kız, hemen  marketten bir küçük su aldım ve götürdüm sanki o dokturdu, yerde yatan hasta adamın yüzünü eline su alarak yıkadı…merak etme  ambulans  geliyor  diye  teselli ediyor elini tutuyordu…
Birden adam konuşmaya başladı, “İntihar ettim….” Hay Allah dedim ve kalbimin titrediğini hissettim, etraftan komşular gelip kızın yanı kalabalıklaşınca biz oradan ayrıldık….
Sonra evet baya bir sonra ambulans sesi geldi….
Kim bilir  durum ne oldu?  Ama buradan çaresizliğin ne olduğunu  o durumda  ben olsam ve insanlar bana daha zarar verebilecekleri korkusuyla bana dokunamasalardı ve ben yaptığımdan pişman olmuş ve beni biran önce hastaneye götürmelerini bekliyor olsaydım ne hissederdim…

Garip ve insanca duygular….ama o genç kızımızdaki insan sevgisini dokunmayı ve ilgiyi keşke  ben de yapabilseydim, oysa  o  benim yarı yaşım kadardı….yaşanmışlıklar mıydı beni hayattan korkutan,  çok bilmek miydi? Sonucunu düşünüp , bütünü görebilmek miydi? Öğrendikçe, insandan, insani duygulardan  daha mı uzaklaşıyoruz acaba….o soru çıkmadı o gece kulaklarımdan…..”abi neyin var, ne oldu? “ keşke ben de diyebilseydim… 

Hani diyorum ya hep Y kuşağı gümbür gümbür geliyor diye...

Biz X kuşakları olayı seyretmeyi ve çekingenliği seçerken, kimileri görmezden gelip  kimileri geçip giderken, Y kuşağının biri hastanın başında telefonla arıyor diğeri hasta ile ilgilenip elinden tutuyor sevgi gösteriyor...

Bir tatil anısı...

Füsun Aykut. 05.07.2014 Akçay


4 Temmuz 2014 Cuma

KÜSME BANA

KÜSME BANA

Ben kendimle barışırken
Kendimin farkına varmaya uğraşırken,
Sana dokunmuş,
Seni istemeden incitmiş,
Seni görmezden gelmiş,
Seni dinlememiş,
Seni görmemiş,
Seni duymamış,
Seni anlamamış olabilirim...
Kırılma bana, küsme bana...
Ben seni anlamadıysam eğer...
Bu seni sevmediğimden önemsemediğimden değil ey dost...
Ben kendime yükseliyorum, derinliklerime inerken bilincimi yükseltiyorum...
Kendimi ne kadar anlamadığımı, ne kadar yok saydığımı, ne kadar önemsemeden yıllarımı geçirdiğime yanıyorum.
Gel sen de küserek yok sayma yine beni..

Bil ki ben kendimi tanıdıkça, anladıkça, daha çok sevdikçe, aslında bana beni yansıtan seni daha çok seveceğim.

Bil ki ben kendimle barıştıkça, tüm evrenle barışacağım.
Sadece izle beni, anlamaya çalış bana objektif ol, yalanlarınla iltifatlarınla değil bana gerçeklerinle yüreğinle gel.

Bugün dokundum küstüm çiçeğime...
Küstü bana kapattı kendini ...
Oysa ben izlemeliydim onun yükselişini, görmeliydim muhteşemliğini.

Küsme bana ey güzel çiçek...
Sen çok yücesin , çok güzelsin, sen kendin olmaya çalışırken ben se sana isteyerek dokundum, seni izlemek güzelliğini görmek yerine senin kapanmanı , kendini kapatmanı sağladım...
Söz dokunmayacağım sana, sen yüksel, güneşe, gökyüzüne...sen kendin ol...ben se sadece izleyicin ve öğrenicin....

Bu sabah balkonumdan bu çiçeğimi sunmak istedim...
Herkese ve her şeye karşı anlayıcı olmak ve sevgiyle dolmak niyetiyle çok güzel ve kendimiz olabildiğimiz bir gün diliyorum, haydi deriiiiin 3 nefes ve sarıl kendine, ve anla karşındaki SEN'leri...


04.07.2014




29 Haziran 2014 Pazar

Kendinin kaşifi olmaya ne dersin?

Şu soruyu sordun mu hiç kendine?

DUR!.... önce 3 deriiiiin nefes al.

"Ben en kısa vadede bu günümde hayatımda neyi değiştirirsem kendimin en iyi versiyonu olmaya bir adım daha atmış olurum"?

Yapmak isteyip de başlayamadığın işlerde bilinçaltın neye direnç gösteriyor? Unutma ki enerjiler daima en az direncin olduğu yöne kayar, o yüzden düşün, tekrar tekrar düşün, senin değişiminde sana engel olan dirençlerin neler?

Hayatında belirsizliklerin mi var kişisel vizyonun mu yok? O halde hadi bugün gel sana kişisel vizyon belirleyelim... ne dersin?

Ya da hedefin var vizyonun belli  ama bir türlü amacına doğru gidemiyorsun demek ki vizyonun yeterli güce sahip değil, nasıl mı güçlendiririz? Tabii ki bilinçaltımızda her gün bizi sabote eden düşünce kalıplarımızı keşfederek, şimdi senden rica ediyorum, lütfen kendi sabotajcılarını tespit et, bir şey yapmak istiyorsun ama içinde olumsuz bir sabotajcı konuşuyor, şimdi bunlara odaklan ve o konuşmacıyı iyi dinle....bakalım ne kalıplar çıkacak...unutma ki bir değişim istiyorsan önce değiştireceğin noktayı keşfetmelisin....

Şimdi keşiflerini yapmak için kendine bir zaman planı yap ve gün içinde 1 saatini kendine ayır kendinin en büyük kaşifi kendinsin...ve o hani içindeki kötü niyetli, korkak, ve konfor alanından çıkmak istemeyen pis sabotajcıyı sadece sen duyabiliyorsun, bunu duymaya kendine izin ver, ona kanma!, duy, dinle ve derinliklerine in....keşfet , kendinin kaşifi ol...

Çok zor bir işin var bugün, haydi kolay gelsin....

30.06.2014  Füsun Aykut



25 Haziran 2014 Çarşamba

Günlerin isimleri nereden geliyor?

Gün: Pazartesi (Monday)
Eski Nors Dili: Manadagr
Telaffuzu: Mana-dagr
Adandığı Tanrı: Ay


Gün: Salı (Tuesday)
Eski Nors Dili: Tysdagr
Telaffuzu: Tus-dagr
Adandığı Tanrı: adalet tanrısı   tyr

Gün: Çarşamba(wednasday)
Eski Nors Dili: Oinsdagr
Telaffuzu:Othins-dagr
Adandığı Tanrı: savaş, bilgelik ve şiirin tanrısı odin

Gün: Perşembe(Thursday)
Eski Nors Dili: torsdagr
Telaffuzu: Thors-dagr
Adandığı Tanrı: korunma ve şimşek tanrısı  Thor

Gün: Cuma (Friday)
Eski Nors Dili: Frjadagr
Telaffuzu: Frya-dagr
Adandığı Tanrı: aşk tanrıçası Frejya

Gün: Cumartesi (Saturday)
Eski Nors Dili: Laugardagr
Telaffuzu: Laugar-dagr
Adandığı Tanrı: hasat tanrısı Satürn

Gün: Pazar (Sunday)
Eski Nors Dili: Sunnudagr
Telaffuzu: Sunu-dagr
Adandığı Tanrı: Güneş


Kaynak:Bir Nefeste Dünya Mitolojisi (Mark Daniels)



24 Haziran 2014 Salı

Epiktetos'tan 10 Bilgelik Dersi

1-Seni eğlendiren, ihtiyaçlarını gideren, eşdeyişle sevdiğin şeyler karşısında temkinli ol. Onların ne olduğunu sorgula. En basit olanından başla işe. Bir çömleği sevdiğini idrak et. Böyle yaparsan, kırıldığında üzülmezsin. Eşini veya çocuğunu seviyorsan, kendi kendine "Fani bir varlığı seviyorum" de! 

 2-İnsanları üzen eşya ve hadiseler değildir, onlar hakkında sahip oldukları düşüncelerdir. Mesela ölüm bir felaket değildir. Eğer böyle olsaydı Sokrates'e göre de böyle görünürdü. Gerçek felaket, ölümün bir felaket ve şer olduğu yolundaki kanaattir. İşte bu nedenle üzüntülü, yeisli, bedbaht olduğumuz demlerde kendimizden gayrısını, yani fikir ve kanaatlerimizden başka bir şeyi itham etmemeliyiz. 

 3-Hasatlık beden için bir engeldir. Fakat irade zayıf olmadıkça iradeye engel olamaz. "Ben topalım." Bu bedenim için bir zayıflık ve noksanlık. Başına herhangi bir felaket geldiğinde böyle düşün. O zaman bu felaketlerin sana değil, senin haricindeki şeylere engel olduklarını anlayacaksın! 

 4-Herhangi bir şey konusunda "Onu kaybettim" deme! "Onu iade ettim" de! Çocuğun mu oldu? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir iade… Fakat "Onu elimden alan kötü bir adamdı" deme. Onu sana veren elin falanın ya da filanın aracılığıyla onu geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı müddetçe, sana ait değilmiş gibi istifade et ondan; tıpkı yolcuların hanlardan yararlanışı gibi…

 5-Yürürken çiviye basmamaya, ayağının burkulmamasına nasıl dikkat ediyorsan, aynı şekilde varlığının en esaslı tarafının yani aklının çarpılmamasına dikkat et! Hayatının her anında bu kaideye riayet edersen daha sağlam adımlarla ilerlemiş olursun. 

 6-Alışkanlıklarını karşıt alışkanlıklarla boyunduruk altına al. Şehvete mi düşkünsün? Kendini ondan mahrum ederek on boyunduruk altına al. Tembel misin? İşe sarıl. Şaraba mı düşkünsün? Suyla yetinmeyi dene. Tüm kötü alışkanlıklarına böyle muamele et. Boşuna uğraşmadığını göreceksin. Kendine iyice güvenmeden kötü alışkanlıklarının yanından bile geçme. Zira tarafların gücü henüz dengelenmemiştir. Seni mağlup etmiş olan, yeniden mağlup edebilir seni. 

 7-Ruh, suyla dolu bir havuza benzer. Onun kanatları bu havuzu aydınlatan ışıktır. Havuzdaki su dalgalandıkça ışığın da dalgalandığı sanılır. Halbuki ışık olduğu gibi durmaktadır. Bu, insan için de böyledir. İnsan endişeli ve perişan olduğunda faziletler endişeli ve perişan olmaz. Onun özündeki kuvvetler harekete geçmiştir. Bu kuvvetler dinginliğe erdiğinde her şey dinginleşecektir. 

 8-Hain ve hayırsız bir insana istenileni yapmadığını, istenilmeyeni yaptığını ispat edersen onu doğru yola getirmiş olursun. Fakat bunu ispatlayamazsan ondan şikayet etme, kendinden şikayet et.  

 9-Yalnızken kupkuru bir çölde kaldığını söylersin. Büyük, kibar çevrelerde ise hırsızların, haydutların, üçkağıtçıların ortasında kaldığını söylersin. Akrabandan, karından, çocuklarından, dost ve komşularından şikayet edersin. Eğer akıllı biri olsaydın, yalnız kaldığında dinlenmekte olduğunu, rahat yaşadığını, kendi başına bulunmaktan zevk aldığını ve ilahlara özgü davrandığını söylerdin. Kalabalık içindeyken de sıkılacağına ve buna boş bir şamata diyeceğine bayram, şenlik, eğlence, derdin ve böylece her daim muştu olurdun. 

 10-Her şeyin iki kulbu vardır. Bunlardan biri o şeyi taşımaya elverişli bir kulptur diğeri elverişsiz. Öyleyse kardeşin sana bir kötülük ederse, onu sana kötülük yaptığı kulptan tutma. Zira bu onu taşımaya elverişli bir kulp değildir. Öbür kulptan, yani kardeşlik kulbundan tut. Bu suretle, onu tahammül edebileceğin, sağlam tarafından tutmuş olursun.



13 Haziran 2014 Cuma

Şimdiki zaman sadakat ister...

Şimdiki zamana sadık kalabiliyor musun?
Henüz olmayanlar olmadı, öyleyse kaygıların neden? Gelecekle neden uğraşıyorsun? Önüne ne çıkacağını biliyor musun? Çıkacak olan  problemlere kötü durumlara karşı çözümlerin de çıkabileceğini, olayların üstesinden gelebilmek için bir çok fırsatın da beraberinde geleceğini düşünmeyi  seçmeye ne dersin? Hem ne demişler "Allah dağına göre kar verirmiş" , altından kalkamayacağın bir olay yok zaten sen hazırsan herşey de senin için hazır değil mi? Sadece  yönetmeyi bilmek yetmez mi?

Şimdiki zamana sadık kalabiliyorsan, an ne gerektiriyorsa onu yaşıyorsun demektir.Ağlaman mı gerekiyor  ağla gülmen mi gerekiyor e gül o zaman ...

Geçen geçmiştir çok üzerinde durma, sırtındaki küfeleri boşalt artık, geçmişi geleceğe taşıma...yarım kalan kayıtlar mı var? Onları düşün, yaşa ve kapat defterleri, affet affetmen gerekenleri, yaşanması gerekiyordu sana öğretecekleri vardı, öğretti ve gitti, bitti...

Maske kullanma, bedeli ne olursa olsun dürüst kal, ne söylemen gerekiyorsa söyle, ne yapman gerekiyorsa yap, öfkeni biriktirme, duygularını bastırma...her şeye olduğu gibi duygularına da sadık kal onları doya doya yaşa..
Erkekler ağlamaz diye bir söz var ama erkekler ağlamayacak olsalardı doğaları gereği gözyaşı bezleri olmadan yaratılırdı...

Ağlamak güzeldir ve ruhu yıkar , gözleri yıkar ,duyguları yıkar, sakinleştirir, içini dışına akıtır...
Ağlamayı bilen gülmeyi de bilir ve hatta daha iyi bilir...

Sadık kal , duygularına, iç sesine, önce kendine sadık kal  maskesiz ol..Dans et ama dansçı olma çünkü dansçı olayı yönetir  ve bütün olmaz.Sadece dans et ve bırak dans  seni istediği yere götürsün.

13.06.2014 Füsun Aykut

https://www.youtube.com/watch?v=vauo4o-ExoY

12 Haziran 2014 Perşembe

Beraat etmek...


Türk Dil Kurumu'na göre "aklanmak" anlamına gelmektedir.

Arapça kökenli bir sözcük olan beraat, bugün daha çok hukuk alanında kullanılıyor olup, "beraat etmek", (aklanmak), beraat ettirilmek, beraatinin istenmesi, beraatine karar verilmek - vermek, vb. şekillerde ele alındığı sıkça görülmektedir.

Bu güzel gecede Allah'dan  beraat istemeden önce kendi kendimi gönlümde beraat ettirebiliyor muyum acaba?

46 yıldır şu dünyada nefes alıyorum ve aldığım ve  verdiğim nefeslerle de bütünle bir oluyorum hani süreç yönetimlerinde vardır ya bir sürecin çıktısı diğerine girdi olmalı diye... işte benim aldığım nefes senin süreç çıktınken benim verdiğim nefes de benim andaki soluduğum içimden, bedenimden ruhumdan geçirdiğim senden aldıklarımla yoğurup benden kattıklarımla değer katıp çıktı olarak  sunduğum bu nefes, söylediğim her bir söz,çıkardığım her bir ses,  yaptığım her bir hareket bu evrende bir yerlere dokunup sonsuzluğa yol alırken...kimlere dokunuyor kimlerin imbiğinden tekrar geçiyor, kimlere fayda/ zarar oluyor...

Düşünüyorum da beraat etmeyi istemek sabahlara kadar sadece bir gece dua etmek ve beraat etmek, sen seni kendi kendine beraat ettiremedikten sonra mümkün olur mu? Önce kendinle hesaplaşmış, yaptıklarının yaşadıklarının farkındalıklarını anlamış, derslerini almış, kendinin en iyi versiyonu olmuş musun? Neyin beraatini istiyorsun? Bir düşün bakalım...

Ben de tüm hayatım boyunca yaptığım seçimlerden dolayı yaşadığım üzüntülerim için önce kendimden af diliyorum, üzdüğüm ve yorduğum hayatıma dokunan herkesten af diliyorum, bana verdiği gücü ve imkanları, potansiyelimi tam olarak kullanamadığım için yaradanımdan af diliyorum.

Geçmişimi affediyor gelecek için de kendimin en iyi versiyonu olabileceğim kendimin ve bütünün hayrına güzel günler ve iyi bir insan olmayı  istiyor, yaradanımdan da beni affetmesini diliyorum.

Bu konuda peygamberimiz Hz. Muhammed'in  bir hadisi vardır:
"Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünde (kandilden sonraki gün) oruç tutunuz. Çünkü o gece güneş batınca Allah-u Teâlâ o andan fecir oluncaya kadar: 'Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir belâ ile) müptelâ olan yok mu, ona kurtuluş vereyim' buyurur." (İbn Mâce)
Ayrıca Berat gecesi, Kur'an-ı Kerim'in Levh-i Mahfûz'dan Dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna "inzâl" denir. Kadir Gecesi'nde ise Peygamber'e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da "tenzîl" denir.

Beraat geceniz kutlu olsun....
12.06.2014  Füsun Aykut








9 Haziran 2014 Pazartesi

DÜŞÜNCELERİMİ İYİ DÜŞÜNMEM GEREKLİ....

Şu an özür dilemek istiyorum her şeyden ve herkesten...

"Hayat o kadar yordu ki " diye bir kalıp var... hayat mı yordu biz mi yorulduk?
Hayır hayat yormadı tabiiki  bilinçaltı kalıplarımız, olaylara bakış açılarımız, yaşamak istediğimiz diye seçip ama sonuçlarına hazır olmadıklarımız...işte bunların hepsiydi aslında yorulma sebeplerimiz.

Kendimi tanıma yolculuğumda fark ediyorum ki aslında kimse beni üzmemiş, ben üzülmeyi seçmişim o şunu yaptı, bu şunu yaptı, o öyle dedi, bu böyle oldu derken hayat geçti gitti ve geçen giden yıllar sadece  anılarıyla, acıları ve tatlılarıyla kaldı...

Anlıyorum ki bu yolumda seyrederken hazır olmadığım olayları da yaşamışım ve bu olaylara sanki başkalarının seçimleriymiş gibi üzülmüş, kızmış, hep bir suçlu aramışım.

Şimdi daha büyüttüm penceremi, hep kendi ayakkabılarımla yürümekten vazgeçtim...değiştiriyorum gerektiğinde; dar da gelse, geniş de gelse öğrendim artık başkalarının ayakkabılarını da giymem onların gözlüklerinden de olaylara bakmam gerektiğini .. Bazen acıtsa da dar ayakkabılar, bazen taşıyamasam da bol olanlarını.

Baktım olay farklı boyutlara gidecek üzecek yada üzüleceğim çekiliyorum burcumun timsali YENGEÇ gibi kabuğuma...daha çok üzüp, daha çok üzülmeden...ÖZÜR dileyerek.

Ben melek değilim elbetteki hatalarım var, yaşadıklarım, yaşamak istediklerim var...
Ama tesadüfe inanmıyorum artık, kendim düşüncelerimle çekiyorum her şeyi, ben ne isem ne ister  ne düşünürsem bir bakıyorum ki karşımda...ve diyorum ki  "DÜŞÜNCELERİMİ İYİ DÜŞÜNMEM GEREKLİ" bir daha, bir daha, bir daha...

09.06.2014  Füsun Aykut
Gönlümden....Gözüme bir şekilde değenlere...


1 Haziran 2014 Pazar

PAZARTESİ SENDROMU....

Sabah kalktın yataktan düşer gibi ...saatin zilini kapattın lanet olsun yine pazartesi dedin ve o sana hizmet eden seni  ve değerini görmedin... ona teşekkür etmedin....yalan yanlış belki yüzünü yıkadın aynaya gözlerinin içine bile bakmadın...görmedin kendini...bir telaş hazırlandın...karmaşa, kaos başladı , belki çocukların var eşin var birileri bir yere yetişecek çocuklar okula bırakılacak yada servise yetişecek .... kahvaltı bile yapmak istemedin  offfff nasıl bir dünya? Şu Pazartesileri sevmiyorum...


Hımmmmmmm!...

Salise,saniye,dakika,saat,gün,hafta,ay,yıl....nefes aldığım şu '"AN" ın yansıması değil mi? E öyleyse  önce deriiiiiin bir nefes ile   "AN" ınız  kutlu olsun...önce bir hissedin, nefesinizi, kalbinizi, beyninizi, vücudunuzun her yerini...öyle bir nefes alın ki, oksijenin tüm hücrelerinize yayıldığını hissedin...ve teşekkür edin...nefes alabildiğinize şükredin...ellerinize, ayaklarınıza, gözlerinize...her yerinize önce size hizmet eden bu organlarınıza teşekkür edin... aklınıza teşekkür edin....bilincinize...ve kendinizin sahip olduğunuz o muhteşem güce teşekkür edin.... o kadar güzel ki, o kadar değerli ki....o kadar çok şükür ve teşekkür edecek şey var ki....


Şimdi sabah gözlerini açtığın o ana geri dön...Pazartesi günü ve sen Pazar gününü doğada geçirdin, o kadar güzel dinlendin ki, gece güzelce uykunu aldın, sevdiklerinle berabersin...yalnızmısın, o zaman tekbaşınalığın keyfindesin...akşam güzel bir film izledin kitabını okudun bir kadeh şarabını da yudumladın keyifle uyudun...

YALNIZ MISIN?
Vücudun dinlenik saatin alarmı çaldı...ve açtın gözlerini....Allahım bir güzel güne ve hayatımın geri kalanının ilk gününe yeni bir benle uyandım, şükürler olsun güzel bir gün geçirmeye niyet ediyorum diyerek başladın...önce şükrettin kalktın...vücudunu hissettin...hazırlandın...kişisel bakımlarını yaptın...aynada gözlerinin taaa içine baktın ve dedinki ..."sen çok değerlisin ve bu yaşamı doya doya yaşamayı hak ediyorsun" eee ne duruyorsun o halde haydi başla....sonra evin bütün camlarını açtın....bir hava değişimi ve enerji yenilenmesi oldu...çiçeklerin varsa onları sevdin kokladın...suladın ...5 dakika kendine ayır sakince düşünmeye ayır....kendini dinlemeye ve bugün senin için en öncelikli işin ne olduğunu düşünmeye ayır...güzel bir müzik çalsın ve güzel bir kahvaltı ile ödüllendir kendini...günün enerjisini ver kendine...veee hazırlan ve çık evden...

BİRLİKTELİĞİN Mİ VAR? YA DA EVLİ MİSİN?

Sevdiğinin koynunda açmışsın gözlerini, şükret seni seven birinin kollarında uyandığına şükret ve sev onu seni sevdiği için daha çok sev onu ve teşekkür et...

Sonra yine yukardakilerin aynısı...sen bir insansın partnerin de bir insan ve yapabildiğin her şeyini kendin yap...sevdiğine sürprizler yap...ona güzel bir müzik eşliğinde güzel bir kahvaltı hazırla....çık şu kadın erkek kimliğinden...ne istiyorsan kendin için elinden geleni yap, kendin için yap sevdiğin için yap , çocuğun için yap...bak hayat ne güzel oluyor...beklentilerini minimuma indir, sen yapabildiğini yap, herkes kendi yapabildiğini yapsın....sevgi içinde güzel bir kahvaltı ve güne başlangıç...

Tüm bunlar mı belki yarım saat belki 45 dakika... ama senin hayatına anlam katacak sayılı dakika...
bazı arkadaşlarım diyor ki ben İstanbul'da yaşıyorum ne mümkün, koşturmaktan kendime zaman kalmıyor...
Hayır efendim zaman herkese aynı davranıyor kimseye torpil geçmiyor, sen istersen sabah 5 te kalkar yarım saati kendine ayırabilirsin....bu tamamen öğrenilmiş düzensizlik.

Şimdi sorarım size dostlar, böyle güzel bir başlangıç olsa hiç Pazartesi sendromu olur mu?
Kim yarattı bu Pazartesi sendromunu...tabiki sen... ne yaptın? saatini zilini kapatıp lanet okuyup yataktan istemeyerek fırladın...oysa diğer bir seçimin var mıydı? evet vardı, sadece kendine değer vermek seçimin vardı , kendini teşekkürle ödüllendirmek ve güzeli seçme hakkın vardı...sevdiğini sevmeyi elinden geleni yapmayı seçme hakkın vardı....

Bence tüm Pazartesiler güzel, tüm başlangıçlar , tüm yeni aylar güzel... sadece  sen görmeyi bil, sadece kendine değer vermeyi bil.... yukarıda hiç bir lüksten ve senin yapamayacağın kontrolün dışında bir şeyden bahsettim mi? HAYIR sadece önce kendini sev sonra teşekkür et, şükret ve sevdiklerine sevdiğini hissettir.
Hissettrmek ne demek hiç düşündün mü? HİS-ETTİR  yani ona o duyguyu yaşat, sevildiği duygusunu yaşat, Önce kendini sev ve o bilsin ki, kendini seven ancak beni sever, kendine değer veren ancak bana değer verir, Çünkü bilir ki benim değer verdiğim de kendisidir...o zaman benimle olmak istememesi mümkün mü? Güne kötü başlaması mümkün mü?  SEVGİ SEVGi ve SEVGİ...


HAYAT GÜZEL, PAZARTESİ'LER DAHA DA GÜZEL... anlarınız kutlu olsun ŞÜKÜRLER olsun.






31 Mayıs 2014 Cumartesi

DİNLİYORUM...

Ağaçları dinliyorum.Diyorlar ki:
"Dimdik ayakta dur ve üretken ol.Toleranslı ve esnek ol.Kendine karşı dürüst ol.
Yalnız dur ve birlikte dur.Cesur ol. Sabırlı ol.
Zaman içinde büyüyeceksin."

Rüzgarı dinliyorum .Diyor ki:
Nefes al.
Bedenine, zihnine ve ruhuna iyi bak.
Doğru zamanı bekle.
Sakin ol.
Yüreğinin sesini dinle.
Affet.

Güneşi dinliyorum.Diyor ki:
Diğerlerini besle, büyüt.
Şefkatinle sıcaklığını etrafındakilere yay.
Hiçbir karşılık beklemeden kendini ada.

Dereyi dinliyorum.Diyor ki:
Rahatla, kendini akışa bırak.
Önemli olana yönel,
önemsiz küçük şeyleri bırak gitsin.
İlerlemeye devam et.
Tereddüte kapılma ve korkma.
Gül , kahkahalar at.

Dağları dinliyorum.Diyorlar ki:
Orada ol.
Dürüst ol.
Güvenilir ol.
Yapacağını söylediğin şeyi yap.
Gerçek, içi dışı bir , doğru ol.
Yüreğinden konuş.

Kuşları dinliyorum.Diyorlar ki:
Kendini özgür bırak.
Şarkılar söyle.

Bulutları dinliyorum.Diyorlar ki:
Yaratıcı ol.
Etkileyici ol.
Bırak ruhun özgürce koşsun.
Neşeli ve keyifli olmak için kendine izin ver.
Gerektiğinde hüznünü de serbest bırak.
Ağlamak istediğinde özgürce ağla.

Gökyüzünü dinliyorum.Diyor ki:
Açık ol.
Kendini korumak adına yarattığın,
sınırlarını ve engellerini kaldır.
Değişimi deneyimle.
Uç.

Çiçekleri ve otları dinliyorum.Diyorlar ki:
Sade ve yalın ol.
Küçük şeylerin güzelliğine saygı duy.
Mükemmelliği bırak gitsin.
Kendini olduğun gibi sev.
Değişime de açık ol.
Kabullenmeyi dene.

Böcekleri dinliyorum.Diyorlar ki:
Çalış.
Verimli ol.
Ellerini kullan.
Önündekine odaklan.
Geçmişe aldırma, sadece şimdi vardır.

Mehtabı dinliyorum.Diyor ki:
Sev.
Sevgiyi paylaş.
Aşık ol.
Romantik ol.
Dokun, okşa.
Sevilmeye izin ver.
Kibar, nazik ve anlayışlı ol.
Bir mum yak.

Yıldızları dinliyorum.Bana göz kırpıyor ve diyorlar ki:
Oyunlar oyna.
Dans et, aptal gibi görünmekten korkma , eğlen.

Yeryüzünü dinliyorum.Diyor ki:
Ben senin annenim.
Sana hayat verenim.
Etrafındaki her şeye saygı göster.
Yaşayan, yaşamayan her varlıkta güzelliği ara.
Kendinde de.
Çünkü hepimiz biriz, hiçbirimiz birbirinden ayrı değiliz.
En yaşlıya da en gence de saygı duy.Çünkü Tanrı'ya en yakın olan onlardır.
Başka varlıklardan üstün olduğunu düşünme.
Hepimiz eşitiz, hepimiz aynıyız.
Bana geri döndüğünde seni hoş karşılayacağım ve ruhunu özgür bırakacağım.

Çocuklarını sev, iyi yetiştir onları.
Fırsat buldukça sarıl onlara.
Bana da sarıl,seni asla karşılıksız bırakmayacağım.
ve ...
İnancını asla yitirme.

Dr.Charles Roper




30 Mayıs 2014 Cuma

LOTUS (Nilüfer çiçeği)

Spiritüel alemin gözdesidir lotus çiçeği. Bir yoga pozuna adını vermiş, Hindistan’ın milli çiçeği ilan edilmiş, Asya’da birçok kültürde ve mitolojide resmedilmiştir. Öyle özel bir bitkidir ki birçok açıdan bizlere örnek teşkil eder aslında.









Her şeye rağmen ayakta kalır.
Lotus çiçeği tatlı su göllerinin ve nehirlerin ta dibinde, kirli ve çamurlu ortamda yetişir. O uzun ve güçlü kökü uzanıp suyun yüzeyine eriştiğinde çiçeğin mucizesi başlar. Yaprakları teker teker gelişirken bir gün koca bir çiçek oluşuverir. Ne zaman ki bu çiçeğin yaprakları güneş ışığıyla buluşur, o zaman tüm ihtişamıyla açar, serpilir.  Çamurdan çıktığına “bin şahit ister” o gün, çünkü hem  tertemizdir hem de mis gibi kokar. Her şeye rağmen güzeldir o. Kimilerini şaşırtır, kimilerini mahcup eder,kimilerine ilham verir, örnek olur.

Ne olursa olsun, saflığından ve temizliğinden hiçbir şey kaybetmez.
Suyun yüzeyine erişirken tek bir yaprağı bile ıslanmaz ve kirlenmez onun. Bunun da ötesinde enteresan bir özelliği vardır lotusun, bu çiçek kendi kendini temizler. Bir toz zerresi konmaya görsün üstüne, yapraklarını sallayarak ondan kurtuluverir. Yağmur damlalarını yönlendirerek kirli bölgelerini arındırır. Kökleri çamuru ve karanlığı çok iyi tanısa da çiçeği bambaşka bir alemdedir anlayacağınız. O artık suyun üstünde yükselmiştir bir kere, güneşe kavuşmuş, açmış, herkesi kendine hayran bırakmış alımlı bir prensestir. Ortam onu şekillendirmez. Ruhu her zaman saf ve temizdir.

Son nefesini verdi sanıldığında bile yaşamaya devam eder.
Dayanma gücü yüksektir onun. Hatta bir insan gibi “ vücut ısısını” koruyabilme özelliği vardır. Hava sıcaklığı 10 dereceye düştüğünde bile onun çiçeğinin ısısı 30-35 derecede kalabilir. Belki bu özelliğinden olsa gerek, ateş düşürmek amacıyla şifa için kullanılır. Hem bu amaçla hem de vücudu toksinlerden arındırmak için kökü yenir ve ilaçlarda kullanılır. Çiçeklerinden yapılan çay da bin bir derde devadır ama kökünün bünyeyi güçlendirdiği bilinir.

Araştırmacıları da şaşırtır o.
1300 yıllık bir tohum, 1994 yılında yeşertilebildiğinde botanikçileri iyice hayran bırakır kendine. Savaşçı ruhu kolay kolay ölmez onun. İşte bu yüzden olsa gerek mitolojideki bir çok anlamından birisi de “yeniden doğuş”tur.

Tekamül sürecini sembolize eder.
Bir bitki bu kadar erdemli olunca, tekamülle özdeşleştirilmesi kaçınılmazdır tabii. Karanlıkta ve çamurda köklenip, her daim ışığa doğru yönelip, sonunda güneşe ve ”aydınlığa” erişendir o. Gelişimi dillere destandır. Arınmışlığın sembolüdür. O yüzden de birçok Asya kültüründe lotus çiçeğine yüklenen anlam bedenin, dilin ve zihnin arınmışlığıdır.

Lotus çiçeği gibi kendimizi arındırabildiğimiz, kendi bataklığımızın farkına varıp  içinden güneşi görüp çıkma azmimizin  hep olmaası  ve gördüğümüz güneş ile tüm güzelliğimizi yansıtmamız dileğiyle..Sevgiler

30.05.2014  Gölyazı Nilüfer Çiçekleri (Lotus çiçeği) için fotoğraf gezimizden kareler.