16 Ekim 2012 Salı

ÇARE-SİZ-LİK



ÇARE-SİZ-LİK

Çare-SİZ  im seninle paylaşmam gereken bir şey var dediğinde…. Yani acaba ÇARE- si ben miyim dedim ve çok heyecanlandım! .ÇARE nasıl ben olabilirdim?
Potansiyelimin % 20 sini kullanıyorum ,  şu problemi aşar isem % 100 ümü gerçekleştirip bambaşka bir insan olacağım…
Birisi böyle bir şey dese ve ÇARE’yi bulamadığı için konuyu size açınca problemi % 50 bölüşmüş olsanız…. Nasıl bir duygu yaşardınız?
Benim için çok güzel bir durum oldu, birisi bana hem de çok sevdiğim birisi bana derdini açıyor ve o derdini paylaşarak yarımlarken ben onun derdinin paylaşarak yarılamanın ve derman olabilmenin keyfiyle bir kat daha rahatlıyorum. Derdim dediği, çözümü kolay olan şeyi paylaşınca ve konuya  başka bakış açılarıyla bakınca çözüleceğini düşünmenin verdiği huzur her şeye değiyor…
Evet  (PAY-LAŞMAK) , ÇARE olabilmek, derdini yarılamak varken, iç dünyasını bilmediğimiz kişilerin durumları hakkında önyargılarda bulunmak ve insanları dinleyememek ne acı…sevdiğiniz insanın aslında uzun zamandır iç dünyasının  çok basit fakat paylaşılmadığı için kuruntuya dönmüş duygularla dolu olup ,boşu boşuna huzursuzluk ve acı yaşadığını öğrenmek ne acı.
Küçüğünden büyüğüne herkesin dinlenilmeye ihtiyacı olduğunu ve kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için öncelikle bütün kabuklarından arınmış, takıntılardan kurtulmuş , değerli ve huzurlu hissetmesinin önemini bir kez daha anladım ve diyorum ki, olayları sorgulayalım fakat kişinin iç dünyasını bilmeden yargılamayalım, baktık tuhaflık var onu dinleyelim sadece dinleyelim ve değer verdiğimizi, sevdiğimizi bütün sevdiklerimize hissettirelim, dibimizde bir nefes kadar bize yakın ama içinde kilometrelerce uzakta olan, gün geçtikçe kendisine bile yabancılaşan ,bize yakın sandığımız  sevdiklerimizin ne acı çektiklerinin farkında olalım , paylaşalım ki güzel şeyleri paylaştıkça sevinçlerini arttırırken üzüldükleri şeyleri paylaşırken de üzüntülerini azaltmış olalım….
Sevgimle,

ÖĞRENDİKLERİMDEN YAŞAYACAĞIM ÇOK ŞEY VAR



ÖĞRENDİKLERİMDEN YAŞAYACAĞIM ÇOK ŞEY VAR!...

Ataol Behramoğlu'nın "Yaşadıklarımdan öğrendiğim BİR ŞEY var" şiirini çok severim ...Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar. Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın , değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu.. Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın ...., der.
 Bireysel Gelişim Yolculuğumda ilerlerken fark ettiklerimden ve  yaşamımda biriktirdiklerimden sonra diyorum ki ; öğrendiklerimden yaşayacağım "ÇOK ŞEY" var.
 Öğrendim ki ; bir tane Tanrı yokmuş. Hem Tanrı, hem Melek, hem Şeytan, her şey sende gizliymiş. Öğrendim ki; mükemmel olmayı istemek, sadece seni bitiren, aslında istenmeyenmiş. Sorumluluk almak, sorumsuzluğundan şikayet edip kızdığın kişileri daha da sorumsuz yapmakmış. Dünya sadece benim etrafımda dönmüyormuş, en büyük dert benim derdim değilmiş. Hastalık yok, hasta insan varmış. İnsanların kabukları değil, özleriymiş değerli olan. Yıllardır bende yok diye üzüldüğüm yeterlilikler, aslında maskelermiş.
 İyi insan olmak; duyduğun halde duymamak, kızdığın halde söylememek, hayır demek istediğin halde dememek, hiç değilmiş.
 Evren sadece sen, ailen ve dostlarından ibaret değilmiş, bütünü düşünüp kalıcı izler bırakmakmış değerli olan...
 Yıllardır, değersiz ve amaç olarak görmüyorum ve sevmiyorum dediğim PARA! gerekli ve sevilecek ama tapılmayacak bir şeymiş.
 Sen ne isen, çevrende gördüğün her insan aslında senin bir yansıman ve parçalarınmış. Çocuklarımızın sahibi değil, sadece onların dünyaya gelmesini sağlayan bir araçmışız.
 Öğrendim ki ; tepkiyi dile getirmek, diyaloğa açık olmak, gerektiğinde hayır diyebilmek, sorumluluk alarak hayatın dümenini elinde tutmakmış hayatı güzel kılan.
 " Özümdeki ben" değerli ve dışındaki kabuklar, tabular, ön yargılar, beni kapatan ve benim, ben gibi yaşamama engel olanlarmış.
 Başkalarının ne düşüneceği ve söyleyeceği hiç önemli değil, inandığın gibi yaşamakmış güzel olan.
 İnsanların kabuklarını değil , içindeki iyiyi görebilmekmiş önemli olan. 

HARİKASIN


HARİKASIN…

Evet harika…
Bir  danışanım dedi ki … bir arkadaşım  aslında hiç harika olmaması gerekir, özel durumunu biliyorum, mali durumunu biliyorum fakat kim sorarsa HARİKAYIM diyor, bu da bana çok suni geliyor, inanmıyorum ve anlamsız buluyorum…çünkü harika bir durumu yok!.

Biliyor musun çok sevdiğim bir insan dün ameliyata girdi ve tam 14 saat süren bir ameliyat ile karaciğer nakli yapıldı hem de oğlundan nakil yapıldı, düşünebiliyor musun o eşin ruh halini, iki sevdiği insan ikisi de aynı hastanede biri şu an yoğun bakımda diğeri hasta odasında… o eş de maskeyle kapı arkasında…Biliyor musun o eş şu anda durumu  öyle olmasına rağmen  HARİKA, çünkü baba oğul dokular uyuştu ve çok şükür ki böyle bir nakili yapacak hastahanelerimiz var. Yani harika olması için birçok sebep var, tüm olumsuzluklara rağmen, ne desin  kahredip isyan edip otursun mu? Güzel tarafını görüp harika hissetmesi için o kadar çok sebep var ki..
O arkadaşın da hangi derdi olursa olsun belki HARİKAYIM diyince o kadar derde rağmen kendisini bu şekilde bir afirmasyonla harika hissediyor.Lütfen suni olarak görme, insanları olduğu halleriyle olduğu gibi kabul etmeliyiz, bırak harikayım diyorsa harikayım diyerek kendisini HARİKA hissetsin.

iletişimde önemli olan en önce  insanın kendisini tam ve bütün olarak kabul etmesi ki ondan sonra diğer ilişkide olduğu insanları tam olarak kabul etsin, yargılamadan sevgiyle baksın….

Biliyor musun  sen de yaşıyorum dediğin bütün olumsuzluklara rağmen çok harikasın., çünkü; sağlıklısın,  güzelsin, bir mesleğin var, muhtaç değilsin , … daha neler neler …

Şimdi soruyorum sana  varolan değerlerinin ve sahip olduklarının farkına varıp  şükredip HARİKA mı olmalısın? Yoksa  HARİKA olmamak için olumsuzlukları mı  sıralamalısın?

Seçim senin haydi seç…. Her insan seçimini yaşıyor….bunu bil ve yaşa….HARİKA bir yaşam yaratmak senin elinde…
 

ÖZGÜRLEŞMEK



Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
.....

Can Yücel

Can Yücel 'in bu şiirini tekrar okuyunca,  aslında gardırobu açtığında gördüğü ama giymediği halde vermeye de  kıyamadığı şeylerin insanda daha çok kıtlık bilinci çağrıştırdığını hatırlattı. Niye mi? Çünkü dursun zayıflayınca giyerim, dursun şişmanlayınca giyerim diye kenarda atıl bekleten çok insan tanıyorum. Sorarım size kaç kişi şişmanladığında ya da zayıfladığında o beklettiği aylar ,  ya da yıllar öncesinin kıyafetini tekrar giyiyordur? bekletir bekletir sonra da modası geçti diye yine vermez mi? Böyle düşününce de sanki o zaman ihtiyacı olduğunda ya alamazsam bilinci oluşmaz mı?
 Aslında verilmesine kıyılamayan ama giyilmeyen giysilerin, kafada boşu boşuna yer tutan ,  bulanıklık yaratan , işe yaramayan , işlemcilerimizi boşuna işgal eden,eski ve askıda kalmış, cevap bulamadan takılı kalmış düşüncelere benzettim... cevabının başkasında olduğu ,  düşününce cevap bulamadığımız için bize hiç bir şey  ifade etmeyen şeylerden özgürleşmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anladım. Düşünmek soru sormaksa eğer, cevap almak da kayıt yapmak!... o halde cevabını bulamadığı şeyi insanlar neden sorup da takıntı halinde bırakır ki?
Dolabımıza bakalım hem gerçek gardırobumuza ,  hem de zihnimize ve kullanılmayan, askıda bekleyen her şeyden özgürleşelim, özgürleşelim ki, işlemcileri ya da depoyu, ya da dolabı, yeni bilgi yada giysilere yer açılsın, özgürleşelim ki rahat ve huzurlu bir uyku ile kendimize gelelim.
Evet fark etmeli çevreyi fark etmeli , olanı , olmayanı fark etmeli…. Verdikçe bereketin artacağını, özgürleştikçe iç ve dış huzurun geleceğini fark etmeli ve özgürleşebildiğince özgürleşmeli…
Sevgimle…

DİNLENİLMEK İSTİYORUZ



3,33,103  de olsak DİNLENİLMEK İSTİYORUZ…

Ofisten içeri girdim bekleme salonunda bir küçük kız, alışılmışın dışında.Küçük sadece 3 yaşında, yani 36 aylık … henüz sadece 36 ay geçmiş bu dünyasında…İsmi Fatma, annesi ve babası abisi ile birlikte koçluk seansına girmişler, sekreter  arkadaşım küçük Fatma’yı oyalamaya uğraşıyor, bir diğer taraftan bizim görevli hanım, ikisi birden çocukla ilgileniyor , masada bir boya kalemi ve boyanacak kağıtlar konulmuş ama masada duruyorlar. Fatma hareketli, oradan oraya kaçarak ,  birilerinin onunla ilgilenmesini istiyor ve o birileri sürekli ilgileniyor…Oysa o değişik bir ilgi, bununla beraber anlaşılmayı bekliyor.Yanına gittim eğildim ve elini tuttum hadi benim odama geçelim dedim ve ona değer verip masamın yanına bir sandalye çektim, burası senin masan olsun dedim, boya kalemi ve kağıt verdim ve bir şeyler çizmesini söyledim, o  onu çizmeye çalışırken ben bilgisayarımı açayım dedim…dikkatle beni dinledi bana izin verdi ve makinamı açtım… bir yandan bana bakıyor bir yandan çizmeye çalışıyordu. Ben işime başladım birlikte yan yana biraz çalıştık ve biraz sonra  sıkıldı ve dışarı koridora gitmek istedi, izin verdim  10 dakika sonra tekrar yanıma geldi oturdu, bende İstanbul’ dan bir arkadaşımla skype  üzerinden görüşme yapacaktım bağlantı denemesi yaparken onu ekranda gördü ve sanki daha önce babaannesiyle konuşmuş gibi bana bir şeyler anlatmaya çalıştı, onu onaylayarak dinledim anlamaya çalıştım.Ona şöyle söyledim, ama direk gözlerinin içine bakarak ve göz hizasına inerek , bana izin ver çalışmam gerekiyor daha sonra seninle tekrar çalışacağız şimdi koridordaki ablanın yanına gider misin dedim ve sanki kocaman bir insan edasıyla tamam dedi ve gitti.Şimdi sorarım size…. Yaşam Koçluğu almaya gelen ailenin en küçük ferdi Fatma, içerde bana ve dışarda diğer arkadaşlara neden değişik hareketler sergiledi?Söyleyeyim önce hırçındı oradan oraya koşan yaramazlıkla ilgi çekmeye çalışan tipik yaramaz çocuktu, sonra ona değer veren onunla açık açık konuşan ve onu dinleyen, adam yerine koyup masada yer gösteren birisi vardı ve ondan bir şey rica ediyordu…. O da anlayabiliyordu ve kendisinden istenileni yapabiliyordu…. Fakat öncekiler onun yaramazlığa şartlı küçük bir çocuk olarak kodladıkları ve onu bekledikleri için o da onların istediğini yaptı…. Çünkü beklenilen oydu….İşte koçluk böyle bir şey… 3,33,103 yaşında da olsa insan ,  insandır ve herkesin dinlenilmeye ve gözlerinin içine bakılıp sen değerlisin denilmeye ihtiyacı vardır.Oysa insanlar insanlara değer vermedikleri ve ön yargılarla baştan kodladıkları için, ne kodladılarsa onu yaşıyorlar…Yaşam Koçluğunun amacı; insanları dinlemek ,  onlara objektif olarak ayna tutmak ve gitmek istedikleri hedefe giderken onlara eşlik  ederek  güçlü sorularla  potansiyellerini ortaya çıkarmak.Bazı kişiler doğal koçtur  ve  bizi çok iyi dinlerler, onların yanında kendimizi ferahlamış gibi hissederiz, çünkü boşalması gereken yük gibidir boşalmayan duygu birikimleri ve ne yapacağını bilememenin verdiği kararsızlıklar.Doğru ilişkiler kurabilmek ve  hedefe odaklı çalışmak için kişi önce kendisine koçluk yapmayı öğrenmeli , bu öğrendiklerini hayata geçirdikten sonra istiyorsa profesyonel dokunuşlarla etrafına faydalı olabilir.Evet  sihirli değnektir  KOÇLUK YAKLAŞIMI… kişiye kendini keşfettiren bir değnek…En büyük dileğim bu yaklaşımın bütün insanlara yayılması …Sevgimle,

FARK ETMEK



FARKETMEK
Yani FARK ETMET
Yani FARKINA VARMAK
Yani hissetmek, görerek, tadarak, duyarak, koklayarak ya da dokunarak onu yaşamak o andaki ona bir değer yükleyerek…
Aslında her şey hissettiğimizden ibaret  değil mi? Her şey  bizim ona verdiğimiz değer ve yüklediğimiz anlam değil mi?
Nedir bu aynı olma ihtiyacı hislerde ve duygularda aynı hissi yakalamak mümkün mü?
Tabii ki değil, değerler farklı, yargılar farklı, bilgiler farklı, aynı anda bir olaya 2 kişi baksa bile baktığı yerden dolayı bakış açıları farklı.
O halde …
Sevginin ve hazzın derecesi neden aynı olsun ki? Nedir bu yarış, seni seviyorumlar, aşkım, balım , canımlar…Ben seni sana yüklediğim değer kadar seviyorken sen beni senin baktığın yerden, senin yüklediğin değer kadar seversin…
Anlam veremem hiç… sensiz yapamam , ölürüm biterim..lere
Hayır efendim, bal gibi de yaparsın, yapacaksın da istediğin kadar yapamam de…asıl bensiz yapamazsan ben seni istemem yanımda.
Aslında yapamadığın ne biliyor musun? Kendine yetmek, hani şu mavi patik pembe patik olayı var ya, hani sana hep söylendi ya… sen kızsın yapamazsın, sen erkeksin yapamazsın… hayır herkes her şeyi bal gibi de yapar. Yapmalı da  yaşayabilmeli, kendi ayakları üzerinde hiç kimse olmadan hayatını idame ettirebilmeli…
Ondan sonra beni ben olduğum için seversin ayrı konu… o zaman bilirim ki bana ihtiyaçtan değil , sevgiden yaklaşırsın, bana çıkardan değil, muhabbetten yaklaşırsın, yani tüm iyi niyetinle beni ben olduğum için benim yanımda maske takma ihtiyacı duymayacağın için ve beni gerçekten seveceğin için yanında istersin… bak işte o zaman ben de kendi kendine mutlu olan ama beni sevdiği için yanımda olan seni bak nasıl severim.
İşte sevgi bu, aşk bu… hiçbir ihtiyacım yokken kendime yetebiliyorken , yanında kendim olabiliyorsam bana ben olmama, tüm benliğimle tüm duygularımı serbestçe  yaşamama izin veriyorsan ben varım, hayat var, aşk var muhabbet var. Yoksa çoook bensiz kalırsın…Sevgisiz de çok ağlarsın.