1 Eylül 2015 Salı

OLAN İYİDİR!...

.
OLAN İYİDİR.... dedi dün bir arkadaşım... evet olan iyidir, aslında bunu hayatımıza bir alabilsek ve mükemmelliyetçilikten vazgeçebilsek gerçekten olanın en iyi olduğunu kabul edip olduğu kadarımızı evrene sunmaktan korkmasak...ne güzel olurdu hayat ...
Tıkır tıkır akışında her şeyin planlı olduğu ve bu evrensel plan dahilinde sadece kendimizi gerçekleştirmenin beklendiği bu hayatta , geçmişten gelen korkularımız, gelecek kaygılarımızla akıp giden domino taşlarına çomak sokmaya benziyor bazen yaptıklarımız...elimizden gelenin en iyisi en iyi bizi yaratıp gerisini akışa bırakmak varken gereksiz stres ve kendimiz olma korkularımız değil midir hep bizi yolumuzdan alıkoyan?

OL'an evet OLAN iyidir ,
Çünkü şu ana kadar ki en iyi versiyonumdayım...

Olan iyidir çünkü;
Benim gelişmem ve farkındalıklarım için bu gerekiyordu...

Olan iyidir çünkü;
Kendimi olduğum halimle kabul edersem seni ve her şeyi de olduğu haliyle kabul edebilme gücünü alırım kendime...

Olan iyidir çünkü;
Olamayanı hiç bilmiyorum ki!...

Olan iyidir çünkü;
OL'duranın layık gördüğü başımın, gönlümün ,ruhumun tacıdır.

Bugün 1 Eylül Dünya Barış gününde ,en önce kendimizle barışı sağladığımız bir gün olsun, dünya barışı için elimizden geleni yapabileceğimiz, güzelliklerle dolu bir hayat diliyorum...SEVGİMLE...




23 Ağustos 2015 Pazar

AYNALAR...AH AYNALAR




Bu fotoğraf çok hoşuma gitti…
Hani diyoruz ya  aynalar var… ve etrafımızdaki herkes ve her şey aslında bize bizi aynalıyor ve biz bu aynalarda kendimizi gördükçe kendimizi seviyor, nefret ediyor, kızıyor bir takım kendimizle ilgili yargılara varıyor ama karşımızdakine onda gördüğümüz bizin durumuna göre bir yansıtma yapıyoruz…
Bu fotoğrafa ilk baktığımda; işte dedim aslında biz çıplak olmamıza rağmen aynanın nereden tutulduğu çok önemli ben şimdi aynada kendimi tellerle birlikte görüyorum çünkü karşımdaki kişi tellerin arkasındaki beni görüyor ve aynı aynadaki beni görüyor…Ama ben bu değilim ki!...
O zaman dedim ne yapmalıyım karşımdakine onun bende gördüğü beni değil bende olan beni çıplak olan, tellerin bu tarafındaki beni yansıtmalıyım…kızmadan, küsmeden, onun bakış açısındaki , algılamasındaki ben olmayanları aradan çıkararak…
Günlük hayatımız da böyle işte dostlar, karşımızdaki insanın bakış açısında belki kendi kalıpları var, belki baktığı gözlük camı kirli, belki yargıları  beni ona yanlış aksettiriyor…Ben ondaki , onun yorumundaki ve algısındaki benin ben olmadığımı anladığımda kızmak , küsmek, kişiselleştirmek , alınmak , eleştirmek yerine…ondaki beni belki tanıyıp anlamaya ve bendeki ben ile onu tanıştırmaya ihtiyacım var…. Bu da aslında bendeki beni iyi tanımama ve herkesin yansıtmasına kolay aldanmamama bağlı….her şey dönüp dolaşıp kendini tanımaya geliyor…BEN kendimi ne kadar tanırsam ve ne kadar bilirsem başkalarındaki beni de o kadar kolay kabul ya da red ederim….
Kendime yolcuyum, her gün hala kendimi tanıma yolunda kendimle sendeki  beni eşleştirme yolunda…SEVGİYLE…

23.8.2015


13 Ağustos 2015 Perşembe

5.Geleneksel Biga Okçuluk Festivali

Biga Sancak Beyi Osman Bey  anısına  beşincisi düzenlenen Geleneksel Okçuluk Müsabakaları Ve Şenlikleri;
7,8,9/8/2015 tarihinde 10 ülkeden ve ülkemizin dört bir yanından sporcunun katılımıyla tamamlandı. Turnuva atlı okçuluk ve yaya okçuluk olmak üzere iki kategoride gerçekleştirildi.
Ben de bu yıl ilk defa Gezifoto  Osman Önder Fotoğraf atölyesi grubuyla birlikte katıldım.Harika bir gün oldu.Osman hocama özellikle gezi öncesi bize bazı teknikleri hatırlattığı için ve yarattığı grup sinerjisi ve güzel enerjisi için teşekkür ederim.



08.08.2015 Sabah 6:45 de başlayan yol macerası gece 22:30 gibi eve varışla tamamlandı.


Hep merak ettiğim ve çok basit gibi görünen okçuluğu da denedim.




Belediyenin sağladığı imkanlar ve o kadar kalabalık olmasına rağmen herkese bolca yeten ikramlar vardı, özellikle yörük  pilavı , irmik helvası , ayran ve sınırsız çay  harikaydı...





Yarışmalar arasında halkoyunları gösterisi muhteşemdi.





Kızılderililerin bindiği Akasya cinsi At ile meydanda çocukları gezdiren at arabası...



Atlı okçuluk

Yaya okçuluk










Zihgir farklı maddelerden yapılabilir. Büyük baş hayvan boynuzları, kemik ve fil dişi zihgir yapımında en çok kullanılan maddelerdir.  Tarihte pirinç ve bronzdan yapılmış zihgirler olduğu da bilinmektedir.  Özellikle aristokratlar, sultan ve sadrazamlar  yeşim taşıyla süslenmiş, telkari işlemeli, elmas kakmalı mücevher zihgirler takmışlardır.




Tamamen geleneksel el yapımı oklar ve yaylarla yapılan turnuvada, modern olimpik yaylar ve teknikler kullanılarak, geleneksel tarihi okçuluk yaşatılmaya çalışıldı.



Darısı seneye inşallah diyor, bu güzel günü yaşamamda emeği geçen ve bana eşlik eden tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. 13.08.2015

5 Mart 2015 Perşembe

Hepimiz sevgi çiçekleri değil miyiz?

2014 yılında  294 kadın öldürülmüş…

Bu arada geçmişe dönük istatistiklere bakmak istedim, 2014 verilerini bulamadım ancak 2013 için;

Türkiye'de Erkek Ölüm Sayısı Kadın Ölüm Sayısından Fazla
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ölüm istatistikleri araştırmasına göre 2013 yılında 372 bin 094 kişi hayatını kaybederken, ölenlerin yüzde 55’inin erkek, yüzde 45’inin kadın olduğu açıklandı.  Kaynak: http://www.haberler.com
Acaba diyorum algıda seçicilik mi yapıyoruz, yaptıkça da psikopat erkeklerde kadın öldürmeyi mi normalleştiriyoruz…?
Kadın neden öldürülüyor?
Kadını öldüren ERKEK diyoruz…şiddeti uygulayan ERKEK diyoruz.
Ya peki erkeği yetiştiren kim? Kadın değil mi?   Hep diyorum Feminist değilim ancak Duygu Asena’nın söylediği  mavi patik, pembe patik olayına % 100 katılıyorum.
Kadın eğitimlerini, annelerin eğitimlerini arttırırsak problemli erkeklerin/kadınların sayısı azalacaktır. Kendine güvenen kadın, kendine güvenen güçlü çocuklar yetiştirecektir. Çocuğu cinsel kimliğine göre değil birey olmasına göre yetiştirecektir, birey olan her kişi de önce insana sevgi ve saygıyı öğrenecektir.
Kendine yetmeyen, yetemeyen ve başkasına bağımlı olarak yaşayan KADIN ya da ERKEK bağımlı olduğu kişinin duygusal, ekonomik ,cinsel ya da her türlü şiddetine maruz kalmaya da mahkum olacaktır.
Sorarım size kendine güvenen, kendine yeten, kendini seven bir birey, değil insana bir canlıya zarar verebilir mi?
Sadace kadın cinayetleri mi? Günümüzün problemi…
Kadına, erkeğe, doğaya, hayvana her şeye saygı önemli değil midir?
Algıda seçicilik yapmayalım diyorum, kadına şiddet, kadına ölüm değil problem olan…
Problem olan Psikopat insanlar ve bu insanların (Kadın ya da erkek) tedavi edilmesi.
Ölümlerin medyada bu şekilde göze sokularak taciz ve tecavüzlerin günlük haberlere katılıp olağanlaştırılmasının suçu yok mudur acaba bu taciz ve tecavüzlerin artışında…
KADIN ya da ERKEK değil….BİREY in sorunları değil midir aşılması gereken..Yani EĞİTİM,EĞİTİM ve yine EĞİTİM…
Bütün STK ları bütün toplulukları ve kadına şiddete hayır diyen tüm insanları kadın eğitimi ve okur yazar oranının arttırılması konusundaki çalışmalara davet ediyorum, yoksa olanı konuşmak çok kolay…suçlamak, suçlu aramak değil…Çözüm sağlamak, çözümdaş olmayı diliyorum…
Kadın hakları , çocuk hakları ,hayvan hakları değil…..
Erkek hakları diye bir şey yok iken tüm suçlar neredeyse erkeklere yükleniyor…
Oysa hakkı elinden alınan erkek ya da kadın değil midir psikopatlaşan…
Bu evren hepimizin ve ben olaya CANLI hakları olarak bakıyorum ki  daha dün de bir park ve yeşillikler katloluyor diye ayaklanmamış mıydık?
Kadın, erkek, çocuk, hayvan, bitki…. Hiç ötekileştirmeye gerek yok..hepsi zaten biz değil miyiz? Aynı havayı soluduğumuz bu dünyada nedir paylaşılamayan? Hepimizin istediği huzur değil mi? Hepimiz sevgi çiçekleri değil miyiz?
Bu arada ;
Cinsiyet eşitsizliğinde dünyada 120. yiz..
1 kadın bakanımız var
1 kadın valimiz var
550 vekilden 79 u kadın  ....???

17 Şubat 2015 Salı

ÖZGECAN 'larımız için ağlamamak için...

Şimdi Özgecan'ın katilinin annesini dinledim bir video kayıdından, diyor ki 22 sene evli kaldım ve kocam beni kemerle, kesici aletlerle dövüyordu , gidecek bir yerim yoktu ve çocuklarım bu babayla birlikte büyüdü.
Oğlum suç işleyince babasını aramış ve babası da suç üstüne suç işlemesine katkı sağlamış....
.......................

Şimdi şöyle bir soru geliyor aklıma devletimiz bir çok projeler üretiyor , örneğin geçen sene aile danışmanlığı projesi çerçevesinde birçok üniversite birçok merkezde ücretler karşılığı bir çok eğitim verdi, bu eğitimi almak için bazı kriterler vardı....ancak eğitimler özel eğitimler olduğu için eğitimi alanlar da özel danışmanlık merkezlerinde ücretli danışmanlıklarla çözüm sağlıyorlar.
Hani bu projede aile hekimleri gibi atamalar yapılacak denilmişti ,eğitim alan kişiler nerelere atandı? Kimlere destek veriyor? Bu çaresiz insanların , gidecek yeri olmadığı için bir çok zulüme katlanan bu milyonlarca insanımızın derdini kim dinliyor? Hangi çözümler üretiliyor?

Ben çevremde kadın hakları ile ilgili gönüllü bir çok grubun güzel şeylere imza attıklarını görüyorum...Ancak bu STK' lar ve derneklerde maddi gücü olmayan bir avuç insan bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

Ölüme ölümle ceza verilmemeli , hele ki İdam cezası hiç çözüm değil ... ee ben öldürürsem beni de öldürecekler mi diyecek bu sapıklar , caniler...neye çözüm olacak ki? Ayrıca geçmiş yıllarda idam cezaları uygulandığı dönemlerde uygulamalar çözüm oluyor muydu? KİMLER İDAM EDİLİYORDU?

Çözüm önerim mi ne?
- Öncelikle toplumun analiz edilmesi belki en ufaktan başlamak gerekir , site, apartman sakinleri, muhtarlar, belediyeler, şehirler ve en minimize ettiğimizde de kendimiz...biz kendimiz böyle bir şiddet uygulandığını gördüğümüzde ihbar ediyor muyuz? Ne yapacağımızı biliyor muyuz? Muhtarlarımız sorumlu olduğu mahallenin sosyolojik yapısını ne kadar inceliyor? İnceliyor mu? kaç defa benimle iletişime geçmiş sevgili muhtarımız?Sadece oy zamanı kapılara gelen bir muhtarlık ya da sadece ikametgah kağıdı veren bu sistem devam ettiği sürece nasıl çözülür bu sorunlar?
Bizler hangi durumda ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz bir ortamda yaşıyoruz.
Bugün başkası , yarın biz...bizleri teğet geçmediği günlerle de karşılaşabiliriz...:(

Geçen gün kız kardeşim yolda eşini tekmeleyen bir erkek görmüş,hem de yanlarında bebek arabasında çocukları varmış polisi aramış ve polis geldiğinde yürüyerek giden ailenin arkasından yönlendirilmiş...kadın korkudan benim kocam hem döver hem sever derse o polis ne yapabilir ki...:(

Yine yakın bir zamanda başka bir arkadaşım üst kat komşusunda kavga  ve şiddet seslerine kulak misafiri olmuş,  ama nereye nasıl kime bildirmeli bu nasıl, kim tarafından takip edilmeli bilemedikleri ve kendilerine de şiddet uygulanması  korkusuyla tabii ki müdahale bile etmekten korkmuşlar...

Şimdi size soruyorum tüm bunlar belki ölüm boyutuna gelmeden ne yapılabilir?
Şiddet görenler  kendi içimizde hep varlar zaten ama ...sadece cani bir ölümle karşılaşınca siyahlar, kırmızılar giyinip yollara dökülmek değil çözüm, olmazda... bunların olmaması için bir şeyler yapılmalı.... ne mi?

Önce kendimden sorumluyum sonra;
ailemden,
apartmanımdan,
mahallemden,
semtimden,
belediyemden,
şehrimden...
ülkemden ve dünyadan...

o zaman ilk yöneticilerimizi , sevgili muhtarlarımızı hizmet ettiği insanları incelemeye ve gerekli yerlere yönlendirmeye yardımcı olmaya davet ediyorum.

İDAM çözüm değil.... ÖLÜME ÖLÜMLE değil, değişimle , yardımla, insanlıkla , destekle çözüm bulmalıyız.

Ben değişirsem dünya değişir....bunu çok okuyoruz ama değişimi hep başkasından hizmeti hep devletten bekliyoruz...

Ben bir dernek başkanıyım mahallemiz için projeler üretelim güzel şeyler yapabiliriz dediğimde sevgili muhtarım beni dinlemek yerine mahalle komiteleri var orayı takip edin diye yönlendirmişti...Evet Muhtarın birebir insanlarla değil komitelerde boy gösterdiği bu sistemde belki de komitelere katılmaktı çözüm ve artık komiteyse komite....pireye kızıp yorgan yakmak yerine kurallarına göre farkındalık yaratmalıydım belki de bu da kendime aldığım ders oldu...:)
Sevgiler hepinize hadi harekete geçmeye ben kendi apartmanımdan, sitemden başlayacağım...siz de buyrun...ne dersiniz...?

ÖLÜM yerine, ÖLÜMÜ istemek yerine fark etmek ve çözüm olmak diyorum,
SEVGİ ile, hoş kalın...

17.2.2015
Füsun Aykut

9 Şubat 2015 Pazartesi

Hayata vizörden bakacağım derken, gireceğim kadraj bulamadım belkide

Bir dostumla konuşuyordum,
Hayata vizörden bakacağım derken, gireceğim kadraj bulamadım belkide diyordu...
Çok düşündürücü geldi bana...
Ne idi bizi hep vizörden baktıran,
Mükemmelliyetçilik belki..
Hazırcılık...
Korkular,
Kendini ifade edecek gücü bulamama,
Yalnızlık,
Beğenilmeme korkusu,
İmkansızlıklar,
Zamansızlıklar...
..
Evet hayat bir tiyatro sahnesi ..
Biz de kimi zaman kendi yazdığımız oyunda başrol alırken , kimi zaman da başkalarının yazdığı oyunlarda oyuncu,sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör olabiliyoruz...eğer bir enerjimiz ve yapmak istediklerimiz var ise...
Çoğu insan da izleyici değil midir?
Yaşanmışlıkları izler,
Sesleri dinler,
Işıkları izler...
Kostümleri ve düzenlemeyi beğenir, beğenmez...
Hep eleştirecektir...
Kim bilir belki de bir müzikaldir, kendisini içinde bulduğu , hayranlıkla izlediği..
Ancak işte o sahnede olma, kendini ifade etme isteği yok mu... o başka bir şey hayatın içinde olmak gibi...
Hatalarınla , başarılarınla kabul edeceksindir kendini....bazen alkışları, bazen yuhalamaları göğüsleyebileceksindir.
Oysa izleyici....kendinden kaçandır...
Olanı beğenen,
Yapılanı izleyen,
Takdir eden ya da eleştiren....
Hep bir bahane bulabilendir...
Çünkü kendisi bilir ki yapsa en iyisini yapacak, en güzelini yaşayacaktır...
Keşke yapsa ve keşke YAŞASA...
Vizörden bakanlar haydi biraz da sahneye...hayat sizi bekliyor.Siz sahnede olunca o kadar çok kadrajda yer alacaksınız ki...hayat sizinle bütünleşecek enerjiniz nerede ve kiminleyse ...
Füsun Aykut

Bir Yağmur Öyküsü

Kendimle konuşuyor, ayağıma takılan yaprakları  ezmekten korkarcasına, ürkek ürkek ayak basışlarımla gidiyordum sanki yalnızlığıma…
Her bir adımım daha yaklaştırıyordu beni sanki hüznüme…etraf sakin, bulutlar kapkara , hava dingin ama yorgun,aktı akacak sanki …yağmur mu? Gözyaşlarım mı? Yarış ediyorlardı dökülmeye biri üstüme biri yüzüme akacaktı , akıtacaktı benden beni…bana da her yerde gördüğüm seni…
Hava her karardığında bir kasvet sarardı şehri sanki, el ayak çekilir, havaya değişik bir koku yayılırdı, üşürdü ellerim, aynı yüreğim gibi, oysa birçok kez ıslanmıştım üstümden…birçok kez ıslanmıştı gözlerim de içimden…
Yağmur  pıt pıt düşmeye başladı yerlere, o düştükçe içimden de boşalmak istiyordu yılların biriken yağmurları…yok dedim, bu sefer kaçmayacağım ne içimdeki yağmurdan, ne de dışımdakinden…
Açtım saçlarımı , sımsıkıydı yüreğim, kaskatı olmuş, büzülmüş, sıkılmış acıyordu, bırakıyorum dedim seni de özgür bırakıyorum yüreğim , ıslan gökyüzünden , ıslat gözlerini de içinden.Yağmurun her damlası okşuyordu saçlarımı, yüzümü, içimden gelen gözyaşım da okşuyordu gözlerimi…ıslanmak dedim ne nimet  saklı her bir damlada….haaa küçükken duymuşluğum vardı, yağmur suyu saftı ve biriktirip saçlar yıkanırsa çabuk uzardı…. Evet kim bilir ne nimetler vardı , ne biriktirmişti o her bir damla, nerelerden buharlaşıp yoğunlaşıp kim bilir hangi yollardan gelip düşmüştü benim tepe çakrama…ya içerden akan? kim bilir ne birikimlerden süzülüp geliyordu?
Süzülüyordu saçlarımdan, yüzümden, gözlerimden….ıslandıkça yüreğim hafifliyordu, çünkü yağmur dışardan , gözyaşım içerden hem içim , hem dışım yıkanıyordu, ıslandım, ıslandım, ıslandım….ayaklarım vıcık vıcık, pantolunum her zerresi su içinde , saçlarım , üstüm başım…
Hem ıslanıyor, hem hafifliyor, hem de gülüyordum içimden….ben hiç kendimi yağmura bırakmamıştım ki , ben hiç kalbimi bu kadar rahat koymamıştım ki…
Korkmuştum hep ıslanınca çirkin görünmekten…
Korkmuştum hep ağlayınca güçsüz görünmekten…
Oysa şimdi, her noktama kadar ıslanmış bir o kadar da güzelleşmiştim.
Oysa şimdi ruhumu yıkamış, hafiflemiş, daha da güçlenmiştim….
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, benden başka kimseler yoktu sanki bu evrende…. Küçük bir kedi yavrusu gibi ıslak , ama koca bir aslan gibi yürekli, parlak ve cesur…
Eve  yaklaşmıştım, ohhhh dedim, ıslanmak da güzel , hem dışardan hem içerden komple yıkanmıştım..
Daire kapısına yaklaşmıştım önce halimi bir selfi çekeyim dedim, çektim, ıslak bir fare gibi görüleceğimi düşünerek güldüm kendime….sonra kapı girişinde soyundum bütün ıslaklığımı…
Artık hem içim hem dışım yıkanmış her şey kapının girişinde kalmıştı…
Hafif hafif gittim duşa….sıcacık bir duş…hemen ısıtmıştı …. Ellerim ısındı en önce, yüreğim zaten ısınmıştı kendimi böyle hafif  ve mutlu hissedince…
Sıcacık sımsıcaktı şimdi…  sonrası sıcak bir kahve üstüne bir kitap hem de ne kitap :) ”Bir kış gecesi eğer bir yolcu”…. Şimdi yazmak vardı hikayemi  içimde yok olup kaybolduğumca…

28.01.2015  Füsun Aykut

BEN AYNAYIM

Arkamda sırrım var benim.
Kimi zaman el, kimi zaman masa , kimi zaman boy olurum ben sana....
Bir bilsen bana gelmelerini.
Ah bilsen bendeki hallerini.
Kendinle ilk yüzleşmen benimle.
Güzelliğin, Çirkinliğin. ..ağlayışın ah o gülüşlerin....
Hesaplaşmaların kendinle.
Bazen öylesine bakar geçersin.
Bazen çok derinlere iner kendinle sek içersin.
Sırlarım var benim arkamda....
Eskidikçe dökülürüm aslında parça parça...
Kendini nasıl görmek istersen bir araçım ben sana.
Bir aynan mutlaka vardır gözüne iyi gelen.
Senin sırlarını sana olduğu gibi resmeden.
bazen bir market camı bazen yerdeki su birikintisi, bazen arabalarin camları , bazen kuaförün aynası....
O kadar çok yerden yansırsın ki kendine....
Oysa sana ait olan, duygularını arkasına sırlayan senin her halini sana yansıtan...değil midir ?
Değil miyim aslında ; sana can olan yoldaş olan , sırlanıp Sırdaş olan.
Bazen el aynası, bazen masa , bazen boy ..bazen büyüteç olan.


05.02.2015Füsun Aykut

2 Aralık 2014 Salı

İşaret dilinin herkesin bildiği bir dil olduğunu hayal ettim...hoş , çok hoş geldi.

Dil öğreniyoruz, her birimiz kendi anadilimizin yanında ikişer üçer, bazı yeteneklilerimiz de  belki daha fazla dil öğrenmeye meyilli, daha önce de çok istemiş ancak fırsatını bulamamıştım, işitme engelliler için olan işaret dilini bilip ,anlayıp, konuşabilmek ne güzel olurdu, bu dil bütün dünyada herkesin konuşabildiği ortak bir dil olsaydı… yazmanın haricinde kendini ifade edebilme değil mi esas sorun, ben eğer karşımdakine ne istediğimi anlatabiliyorsam  onu da anlıyorsam gramer ya da yazı dili daha üst seviyede ve profesyonel kalmıyor mu?

Bu işaret dili evrensel olarak aynı diye biliyordum bir araştırdım ayrı ayrı hemen hemen 100 e yakın işaret dili varmış ancak temel bazı şeyler uluslararası standartlardaymış.
Aslında tek bir işaret dili olsa temel ihtiyaçlar için ve bu temel olan her ülkede okuma yazmaya paralel olarak müfredatta yer alsa...ne güzel olurdu değil mi?

Evet bu akşam görme engellilerden oluşan bir tiyatro ekibinin oynadığı bir oyuna gittim .
 "Gemilerde Talim Var" 

TUZLA SANAT PLATFORMU GÖRME ENGELLİLER TİYATRO GRUBU-BENAN TİYATROSU


Derleyen ve Yöneten: Orhan Çağlar

Oyuncular: Orhan Çağlar, Yaşar Türken, Geylani Akçay, Ahmet Öngen, İnci Kaynarpınar, Hülya Köseoğlu, Nihal Çağlar
Sahne Amiri: Naz Yazıcıoğlu

Oyun Bilgileri: Hayatın karanlık yüzüyle istemeden karşılaşmak zorunda kalan bir avuç insanın başkaldırışıdır bu oyun. Engellerin; aşılması gereken sıradan sorunlar olması gerektiğine inanan; idealist, azim dolu ve inanarak sahnelerin büyülü dünyasıyla buluşan bir avuç özel yürek..
Hızlı, yüksek tempolu, kahkaha dolu bir oyunu başarıyla sahneliyor ekibimiz. Sıradan bir yalanın, devamında başka yalanlarla desteklenmesi zorunluluğu sonrasında ortaya çıkan olayları, kahkahalara boğularak izledik.
Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve tabii ki bu oyunu Nilüfer’lilerle buluşturan Ayşe Yılmaz hanıma ve Nilüfer belediyesine de çok teşekkürler.

Dünya Engelliler Günü etkinliği olarak sahnelenen bu oyunda  İşitme Engelli izleyiciler için işaret dili çevirisi yapıldı. Onu izleyerek seyrettim oyunu zaman zaman ve öğrenmek arzusu heyecan verdi yüreğime.

Keşke dedim keşke daha büyük bir salonda ve daha çok katılımcının olduğu bir oyunla görme engellerine rağmen gönül gözleriyle gören ve müthiş performanslarıyla herkesi kahkahalara boğan bu oyunu  gören gözler  ve işiten kulaklar olarak engelsiz olanlar da çoğunluklu olarak izleselerdi, herkes görseydi, evet salon tam doluydu ancak, işitme engelli çocuklar ve öğrenciler yoğunluklu bir katılım vardı.


Teşekkürler Benan Tiyatrosu, teşekkürler…Nilüfer Belediyesi…

22 Kasım 2014 Cumartesi

Her şey sensin...

Birisiyle yola çıkarsın....
İnanırsın, belki kendine güvenemediğin kadar güvenedebilirsin...
Oysa bilmezsin ki o kendisine güvenmiyor, çok değer verirsin, umutlarını , kendi omuzunda kaldıramadığın umutlarını paylaşmak istersin, el ele yaparız dersin, birlikte daha kuvvetliyizdir artık, gecen gündüzün karışır birbiriine ve ...zannedersin ki seninle aynı heyecanı duyuyor...oysa güzelim, sen sadece hissettiklerin kadar heyecanlısın onun hissettiklerini bilemezsin ki, onun sanaverdiği değeri ölçemezsin ki...sonra enerjin düşer birden, bu muydu dersin, bütün heyecanım, arzularım, yapmak istediklerim...hani birlikte daha kuvvetli olacaktık, hani yalnız yapamadıklarımı birlikte yapabilecektik?
İşte işin sırrı burada...önce kendine güveneceksin, kendine inanacaksın, arzularınla yaşamayacaksın, çok hayal kurmayacaksın, ne yapmak istiyorsan önce kendine bir inan, yapabileceklerini bir masaya yatır, hiç kimseden medet ummadan şunları sor kendine,Gerçekten çok istiyor musun? Sen bu konuda hiç destek olmasa da yapabileceklerini yapma gücüne sahip misin? Ne yapabilirsin? Ne kadar kendin olabilirsin? Eleştirilere, kınamalara, gülmelere, seni aşağı çekmek isteyenlere karşı direnmeye hazır mısın? Göğsünü gere gere korkmadan yılmadan bu yolda baş koymaya hazır mısın?
Bu yapmak istediğin her ne ise tüm bedelleri ödemeye hazır mısın? Unutma ki!..
İstek>>>inanç>>>>analiz>>>bedel >>> eylem >>> sonuç >>>>>>>İSTEDİĞİN işte tam orada seni bekliyor...
Hadi durma....Sevgiyle sarıl kendine, bırak başkalarını , sen kendine güven , inan ve iste o zaman başka destekler kendiliğinden gelecek zaten , öyle bir ışığın olacak ki , kendin bile şaşıracaksın...hadi hazır mısın? Ben hazırım sendeki başarıyı , kendin olmayı görmeye ve yanındayım....sevgimle..

Kara kalem resim çalışmalarım











5 Ekim 2014 Pazar

İyi yolculuklar...

Günaydın....varlığınla bulunduğun ortamı bayram yerine çevirmen dileğimle Günaydın. ...
Doğanın bir parçası olarak anlarının mucizelere dönüşmesi her anı nın bayram sevinciyle geçmesi için doğaya ve bulunduğun ortama uyum sağla , olayın içindeki mucizeyi göreceksin... bunu görebilmek için sakin ol, DOĞA-L ol ve huzurla izle, hiçbir şey olmuyor diye o şey için inat edip enerjini bloke etme , sadece nehirde akan ol...su gibi yumuşak uyumlu ve her girdiği ortama ayak uyduran , varlığıyla hayat bulduran ol....tutunma hiçbir üzüntüye, acıya ve sevince....Bazı yerlerde yosun tutsan da durma kaynağından çıktın okyanusa gidiş yolunda dokunduğunu her yere can ver...d okundukça arındığını doğru yola gittikçe Çağlayan ve şelalelere döndüğünü göreceksin ve sonunda okyanusa varıp BIR'E karışacaksın. ..tali yollara kayıp engellere tutunup kesme yolunu sadece doğal ol ve karış bütüne. Unutma bu yolda önüne çıkan, dokunduğun her parçanın sana senin de arınmak için onlara ihtiyacın var seni arındırıp BİR'e bütüne itecek onlar.Durduğun yerde hareketsiz kalıp arınmayı beklersen unutma ki istemediğin başka akıntıya kapılıp istemediğin yanlış barajlarda mahkum olabilirsin....şimdi soruyorum kendi enerjinle varlığını hissederek okyanusa arınarak varmak mı? Yoksa başkakarınin akıntısıyla oradan oraya savrulmak mı ? Seçim senin hayat da senin .Güzel arınmalarda buluşmayı diliyorum.Önüne çikanlara dikkat et ya seni savuracaktır ya da arındırıp BİR e katacak ...iyi yolculuklar.Sevgimle.

05.10.2014

Kurban ettim...

Kurban ettim…
Şu anki huzurum için geçmişten gelen korkularımı kurban ettim.
Kurban ettim;
Kendime giden yolculuğumda önüme çıkan tüm engelleri kurban ettim.
Kendini beğenmeleri;
Şişkin egolarımı,
Mükemmelliyetçi bakış açımı,
Hırslarımı,
Arzularımı,
Kıskançlıklarımı,
Şikayetlerimi,
Beni benden uzaklaştıran , dışarıya özendiren, kendimden koparan tüm duygularımı kurban ettim.
Kurban ettim…
Seni sen olarak kabul edemeyen, beni ben olarak hiçbir zaman beğenmeyen bütün duygularımı kurban ettim.
Kurban ettim;
Tüm acıları , hastalıkları, mutsuzlukları , olumsuzlukları bana çeken enerjilerimi kurban ettim…
Şimdi benim için farklı bir bayram;
Kendime yetebildiğim,
Korkularımdan, hırslarımdan, arzularımdan sadeleştiğim , maskelerimden bir bir kurtulduğum, yolculuğumun en güzel bayramlarından birisi…KUTLU OLSUN...


04.10.2014 

22 Eylül 2014 Pazartesi

İlacın tadı kötü gelmiş olabilir…ama iyileşince unutacaksın… “CARPE DİEM “


Hastalıklarımızda farkında isek , artık dayanamaz duruma gelmiş isek, doktor bize ne ilaç verirse tadına, tuzuna acısına bakmadan içeriz, ya da cerrahi müdahale gerekiyor ise kendi rızamız ile bıçak altına yatar kendimizi teslim ederiz.
Gün içerisinde de bazı tatsız olaylar acılar ve cerrahi müdahaleler gibi canımızdan can koparan olaylarla karşılaşırız, hiç düşündük mü bu olaylar ve acılar ve ilaçlar ne için hangi yaralarımızı iyileştirmek için…
Hani steve Job da demiş ya ;
“O zaman farkına varmamıştım ama Apple’dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu. Tadı çok kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı. Bazen hayat kafanıza bir tuğlayla vurur. Sakın inancınızı kaybetmeyin.”
Sizin kafanıza kim bilir kaç tuğla geliyor , o tuğlalar için isyan mı ediyorsunuz? Yoksa sorgulayıp o tuğla bana ne demek istedi ? Bu her ne ise olmadı ise sebebi ne idi ve bu olmadıysa acaba daha iyi ne ile karşılaşacağım demek varken her olmayan şey için acı bir ilaçtı hep de bu hastalıklar benimi bulur diyip isyan etmeyi mi seçiyorsunuz?
Yaratıcımız da bizim en baş doktorumuz değil mi? Bizim acılarımızı , hastalıklarımızı görüp ona göre iyileştirici ilaç veya cerrahi müdehale ne ise bizi onunla karşılaştır mıyor mu?
O halde doktorumuza ve olaylara kendimizi teslim etmek ve iyileşmek varken neden direnmeyi ve isyanı seçiyoruz?
Hastalık iyileştiğinde derslerimizi almaz mıyız? Örneğin mide probleminiz var ameliyat oldunuz ve artık ona göre bir diyet programınız var  eğer ders almayıp bu diyet programına uymaz iseniz yaranız daha büyük boyutlarda daha derin hastalıklarla kendini göstermez mi? Ta ki siz almanız gereken dersi alıp , o yarayı iyileştirip farkındalıklarınızdan ders çıkarana, doğru reçeteye göre hareket edene kadar.
O halde direnmeyin diyorum, hani hep diyorlar ya  “CARPE DİEM”   yani  “ANI YAŞA”   niçin bunu gerçek anlamını anlamak varken banelleştirip ondan sonra da mmmmmm, ohmmmmm anı yaşa hep mutlu ol diyerek yoga ile kendine yolculuk meditasyonları ile dalga geçiliyor? Neden anlaşılmadan değeri bilinmeden çok şeyin içi boşaltılıyor?
Herkesin kendisi ve yaradanıyla konuşma yöntemi farklı değil mi? Neden bunlara saygı duymayıp da önyargıyla sadece eleştiriyoruz?
Kimisi, yoga ile , kimisi, meditasyon ile, kimisi, namaz ile, kimisi, yaptığı sanat ile kimisi ürettikleri ile, kimisi içinden taşan yazıları ile kimisi şiirleriyle, kimisi müziğiyle ifade etmez mi kendini?
O halde önemli olan yöntem değil , önemli olan o kendini tanıma ve ifade etme için yola çıkmış olman, isyan etmeden, koşulsuz sevgi ile önce kendini, sonra olanı ve olacağı kabul ile…şükür ile teşekkür ile, saygı ile barış ile farkındalıklar ile dokunuşlar ile…
CARPE DİEM ne mi demek?, ANI YAŞA ne mi demek?   işte bu senin başına gelen tuğlayı hisset , sorgula, sana ne mesaj veriyor onu anla demek, anı  yaşa keyfini çıkar demek, isyan etme, kaygılanma, geçmişe ve geleceğe takılma, sadece  derslerini cebine koy ve ilerle demek…en büyük doktora kendini teslim et demek….cerrahi ise cerrahi, acı ilaç ise acı ilaç kendini olana ve gerekene bırak demek, ama ilaç reçetesini de cebine koyarak…
Hadi sevgimle…CARPE  DİEM….




13 Eylül 2014 Cumartesi

RENGARENK

Virgüllerin olsun hayatta, arada molaların, ayrı ayrı değişiik nefeslerin, ama aynı ifadeyi tamlayan.

Ünlemlerin olsun hayatta sana bütün duyguları yaşatan ,heyecanlandıran...

Noktalı virgüllerin olsun hayatta;özneye ayrı anlamlar katan...

Üç noktaların olsun hayatta; açıklamak istemediğin, başkalarının tamamlamasına izin verdiğin şeylerin...

Soru işaretlerin olsun hayatta; her şeyi biliyorum deme, şüphelerin, sorguların araştırmaların devamı olsun...

En nihayetinde NOKTALARIN olsun hayatta, tamamlandığına inandığın...ya da tamam artık denilenleri bırakmayı bil, teşekkür et onlara serbest bırak gitsinler...

Kısacası dostum, hayatında her renk olsun, tek düze olma....rengarenk olmanın keyfi varken...


13.09.2014
Füsun Aykut