1 Eylül 2015 Salı

OLAN İYİDİR!...

.
OLAN İYİDİR.... dedi dün bir arkadaşım... evet olan iyidir, aslında bunu hayatımıza bir alabilsek ve mükemmelliyetçilikten vazgeçebilsek gerçekten olanın en iyi olduğunu kabul edip olduğu kadarımızı evrene sunmaktan korkmasak...ne güzel olurdu hayat ...
Tıkır tıkır akışında her şeyin planlı olduğu ve bu evrensel plan dahilinde sadece kendimizi gerçekleştirmenin beklendiği bu hayatta , geçmişten gelen korkularımız, gelecek kaygılarımızla akıp giden domino taşlarına çomak sokmaya benziyor bazen yaptıklarımız...elimizden gelenin en iyisi en iyi bizi yaratıp gerisini akışa bırakmak varken gereksiz stres ve kendimiz olma korkularımız değil midir hep bizi yolumuzdan alıkoyan?

OL'an evet OLAN iyidir ,
Çünkü şu ana kadar ki en iyi versiyonumdayım...

Olan iyidir çünkü;
Benim gelişmem ve farkındalıklarım için bu gerekiyordu...

Olan iyidir çünkü;
Kendimi olduğum halimle kabul edersem seni ve her şeyi de olduğu haliyle kabul edebilme gücünü alırım kendime...

Olan iyidir çünkü;
Olamayanı hiç bilmiyorum ki!...

Olan iyidir çünkü;
OL'duranın layık gördüğü başımın, gönlümün ,ruhumun tacıdır.

Bugün 1 Eylül Dünya Barış gününde ,en önce kendimizle barışı sağladığımız bir gün olsun, dünya barışı için elimizden geleni yapabileceğimiz, güzelliklerle dolu bir hayat diliyorum...SEVGİMLE...




23 Ağustos 2015 Pazar

AYNALAR...AH AYNALAR




Bu fotoğraf çok hoşuma gitti…
Hani diyoruz ya  aynalar var… ve etrafımızdaki herkes ve her şey aslında bize bizi aynalıyor ve biz bu aynalarda kendimizi gördükçe kendimizi seviyor, nefret ediyor, kızıyor bir takım kendimizle ilgili yargılara varıyor ama karşımızdakine onda gördüğümüz bizin durumuna göre bir yansıtma yapıyoruz…
Bu fotoğrafa ilk baktığımda; işte dedim aslında biz çıplak olmamıza rağmen aynanın nereden tutulduğu çok önemli ben şimdi aynada kendimi tellerle birlikte görüyorum çünkü karşımdaki kişi tellerin arkasındaki beni görüyor ve aynı aynadaki beni görüyor…Ama ben bu değilim ki!...
O zaman dedim ne yapmalıyım karşımdakine onun bende gördüğü beni değil bende olan beni çıplak olan, tellerin bu tarafındaki beni yansıtmalıyım…kızmadan, küsmeden, onun bakış açısındaki , algılamasındaki ben olmayanları aradan çıkararak…
Günlük hayatımız da böyle işte dostlar, karşımızdaki insanın bakış açısında belki kendi kalıpları var, belki baktığı gözlük camı kirli, belki yargıları  beni ona yanlış aksettiriyor…Ben ondaki , onun yorumundaki ve algısındaki benin ben olmadığımı anladığımda kızmak , küsmek, kişiselleştirmek , alınmak , eleştirmek yerine…ondaki beni belki tanıyıp anlamaya ve bendeki ben ile onu tanıştırmaya ihtiyacım var…. Bu da aslında bendeki beni iyi tanımama ve herkesin yansıtmasına kolay aldanmamama bağlı….her şey dönüp dolaşıp kendini tanımaya geliyor…BEN kendimi ne kadar tanırsam ve ne kadar bilirsem başkalarındaki beni de o kadar kolay kabul ya da red ederim….
Kendime yolcuyum, her gün hala kendimi tanıma yolunda kendimle sendeki  beni eşleştirme yolunda…SEVGİYLE…

23.8.2015


13 Ağustos 2015 Perşembe

5.Geleneksel Biga Okçuluk Festivali

Biga Sancak Beyi Osman Bey  anısına  beşincisi düzenlenen Geleneksel Okçuluk Müsabakaları Ve Şenlikleri;
7,8,9/8/2015 tarihinde 10 ülkeden ve ülkemizin dört bir yanından sporcunun katılımıyla tamamlandı. Turnuva atlı okçuluk ve yaya okçuluk olmak üzere iki kategoride gerçekleştirildi.
Ben de bu yıl ilk defa Gezifoto  Osman Önder Fotoğraf atölyesi grubuyla birlikte katıldım.Harika bir gün oldu.Osman hocama özellikle gezi öncesi bize bazı teknikleri hatırlattığı için ve yarattığı grup sinerjisi ve güzel enerjisi için teşekkür ederim.



08.08.2015 Sabah 6:45 de başlayan yol macerası gece 22:30 gibi eve varışla tamamlandı.


Hep merak ettiğim ve çok basit gibi görünen okçuluğu da denedim.




Belediyenin sağladığı imkanlar ve o kadar kalabalık olmasına rağmen herkese bolca yeten ikramlar vardı, özellikle yörük  pilavı , irmik helvası , ayran ve sınırsız çay  harikaydı...





Yarışmalar arasında halkoyunları gösterisi muhteşemdi.





Kızılderililerin bindiği Akasya cinsi At ile meydanda çocukları gezdiren at arabası...



Atlı okçuluk

Yaya okçuluk










Zihgir farklı maddelerden yapılabilir. Büyük baş hayvan boynuzları, kemik ve fil dişi zihgir yapımında en çok kullanılan maddelerdir.  Tarihte pirinç ve bronzdan yapılmış zihgirler olduğu da bilinmektedir.  Özellikle aristokratlar, sultan ve sadrazamlar  yeşim taşıyla süslenmiş, telkari işlemeli, elmas kakmalı mücevher zihgirler takmışlardır.




Tamamen geleneksel el yapımı oklar ve yaylarla yapılan turnuvada, modern olimpik yaylar ve teknikler kullanılarak, geleneksel tarihi okçuluk yaşatılmaya çalışıldı.



Darısı seneye inşallah diyor, bu güzel günü yaşamamda emeği geçen ve bana eşlik eden tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. 13.08.2015

5 Mart 2015 Perşembe

Hepimiz sevgi çiçekleri değil miyiz?

2014 yılında  294 kadın öldürülmüş…

Bu arada geçmişe dönük istatistiklere bakmak istedim, 2014 verilerini bulamadım ancak 2013 için;

Türkiye'de Erkek Ölüm Sayısı Kadın Ölüm Sayısından Fazla
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ölüm istatistikleri araştırmasına göre 2013 yılında 372 bin 094 kişi hayatını kaybederken, ölenlerin yüzde 55’inin erkek, yüzde 45’inin kadın olduğu açıklandı.  Kaynak: http://www.haberler.com
Acaba diyorum algıda seçicilik mi yapıyoruz, yaptıkça da psikopat erkeklerde kadın öldürmeyi mi normalleştiriyoruz…?
Kadın neden öldürülüyor?
Kadını öldüren ERKEK diyoruz…şiddeti uygulayan ERKEK diyoruz.
Ya peki erkeği yetiştiren kim? Kadın değil mi?   Hep diyorum Feminist değilim ancak Duygu Asena’nın söylediği  mavi patik, pembe patik olayına % 100 katılıyorum.
Kadın eğitimlerini, annelerin eğitimlerini arttırırsak problemli erkeklerin/kadınların sayısı azalacaktır. Kendine güvenen kadın, kendine güvenen güçlü çocuklar yetiştirecektir. Çocuğu cinsel kimliğine göre değil birey olmasına göre yetiştirecektir, birey olan her kişi de önce insana sevgi ve saygıyı öğrenecektir.
Kendine yetmeyen, yetemeyen ve başkasına bağımlı olarak yaşayan KADIN ya da ERKEK bağımlı olduğu kişinin duygusal, ekonomik ,cinsel ya da her türlü şiddetine maruz kalmaya da mahkum olacaktır.
Sorarım size kendine güvenen, kendine yeten, kendini seven bir birey, değil insana bir canlıya zarar verebilir mi?
Sadace kadın cinayetleri mi? Günümüzün problemi…
Kadına, erkeğe, doğaya, hayvana her şeye saygı önemli değil midir?
Algıda seçicilik yapmayalım diyorum, kadına şiddet, kadına ölüm değil problem olan…
Problem olan Psikopat insanlar ve bu insanların (Kadın ya da erkek) tedavi edilmesi.
Ölümlerin medyada bu şekilde göze sokularak taciz ve tecavüzlerin günlük haberlere katılıp olağanlaştırılmasının suçu yok mudur acaba bu taciz ve tecavüzlerin artışında…
KADIN ya da ERKEK değil….BİREY in sorunları değil midir aşılması gereken..Yani EĞİTİM,EĞİTİM ve yine EĞİTİM…
Bütün STK ları bütün toplulukları ve kadına şiddete hayır diyen tüm insanları kadın eğitimi ve okur yazar oranının arttırılması konusundaki çalışmalara davet ediyorum, yoksa olanı konuşmak çok kolay…suçlamak, suçlu aramak değil…Çözüm sağlamak, çözümdaş olmayı diliyorum…
Kadın hakları , çocuk hakları ,hayvan hakları değil…..
Erkek hakları diye bir şey yok iken tüm suçlar neredeyse erkeklere yükleniyor…
Oysa hakkı elinden alınan erkek ya da kadın değil midir psikopatlaşan…
Bu evren hepimizin ve ben olaya CANLI hakları olarak bakıyorum ki  daha dün de bir park ve yeşillikler katloluyor diye ayaklanmamış mıydık?
Kadın, erkek, çocuk, hayvan, bitki…. Hiç ötekileştirmeye gerek yok..hepsi zaten biz değil miyiz? Aynı havayı soluduğumuz bu dünyada nedir paylaşılamayan? Hepimizin istediği huzur değil mi? Hepimiz sevgi çiçekleri değil miyiz?
Bu arada ;
Cinsiyet eşitsizliğinde dünyada 120. yiz..
1 kadın bakanımız var
1 kadın valimiz var
550 vekilden 79 u kadın  ....???

17 Şubat 2015 Salı

ÖZGECAN 'larımız için ağlamamak için...

Şimdi Özgecan'ın katilinin annesini dinledim bir video kayıdından, diyor ki 22 sene evli kaldım ve kocam beni kemerle, kesici aletlerle dövüyordu , gidecek bir yerim yoktu ve çocuklarım bu babayla birlikte büyüdü.
Oğlum suç işleyince babasını aramış ve babası da suç üstüne suç işlemesine katkı sağlamış....
.......................

Şimdi şöyle bir soru geliyor aklıma devletimiz bir çok projeler üretiyor , örneğin geçen sene aile danışmanlığı projesi çerçevesinde birçok üniversite birçok merkezde ücretler karşılığı bir çok eğitim verdi, bu eğitimi almak için bazı kriterler vardı....ancak eğitimler özel eğitimler olduğu için eğitimi alanlar da özel danışmanlık merkezlerinde ücretli danışmanlıklarla çözüm sağlıyorlar.
Hani bu projede aile hekimleri gibi atamalar yapılacak denilmişti ,eğitim alan kişiler nerelere atandı? Kimlere destek veriyor? Bu çaresiz insanların , gidecek yeri olmadığı için bir çok zulüme katlanan bu milyonlarca insanımızın derdini kim dinliyor? Hangi çözümler üretiliyor?

Ben çevremde kadın hakları ile ilgili gönüllü bir çok grubun güzel şeylere imza attıklarını görüyorum...Ancak bu STK' lar ve derneklerde maddi gücü olmayan bir avuç insan bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.

Ölüme ölümle ceza verilmemeli , hele ki İdam cezası hiç çözüm değil ... ee ben öldürürsem beni de öldürecekler mi diyecek bu sapıklar , caniler...neye çözüm olacak ki? Ayrıca geçmiş yıllarda idam cezaları uygulandığı dönemlerde uygulamalar çözüm oluyor muydu? KİMLER İDAM EDİLİYORDU?

Çözüm önerim mi ne?
- Öncelikle toplumun analiz edilmesi belki en ufaktan başlamak gerekir , site, apartman sakinleri, muhtarlar, belediyeler, şehirler ve en minimize ettiğimizde de kendimiz...biz kendimiz böyle bir şiddet uygulandığını gördüğümüzde ihbar ediyor muyuz? Ne yapacağımızı biliyor muyuz? Muhtarlarımız sorumlu olduğu mahallenin sosyolojik yapısını ne kadar inceliyor? İnceliyor mu? kaç defa benimle iletişime geçmiş sevgili muhtarımız?Sadece oy zamanı kapılara gelen bir muhtarlık ya da sadece ikametgah kağıdı veren bu sistem devam ettiği sürece nasıl çözülür bu sorunlar?
Bizler hangi durumda ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz bir ortamda yaşıyoruz.
Bugün başkası , yarın biz...bizleri teğet geçmediği günlerle de karşılaşabiliriz...:(

Geçen gün kız kardeşim yolda eşini tekmeleyen bir erkek görmüş,hem de yanlarında bebek arabasında çocukları varmış polisi aramış ve polis geldiğinde yürüyerek giden ailenin arkasından yönlendirilmiş...kadın korkudan benim kocam hem döver hem sever derse o polis ne yapabilir ki...:(

Yine yakın bir zamanda başka bir arkadaşım üst kat komşusunda kavga  ve şiddet seslerine kulak misafiri olmuş,  ama nereye nasıl kime bildirmeli bu nasıl, kim tarafından takip edilmeli bilemedikleri ve kendilerine de şiddet uygulanması  korkusuyla tabii ki müdahale bile etmekten korkmuşlar...

Şimdi size soruyorum tüm bunlar belki ölüm boyutuna gelmeden ne yapılabilir?
Şiddet görenler  kendi içimizde hep varlar zaten ama ...sadece cani bir ölümle karşılaşınca siyahlar, kırmızılar giyinip yollara dökülmek değil çözüm, olmazda... bunların olmaması için bir şeyler yapılmalı.... ne mi?

Önce kendimden sorumluyum sonra;
ailemden,
apartmanımdan,
mahallemden,
semtimden,
belediyemden,
şehrimden...
ülkemden ve dünyadan...

o zaman ilk yöneticilerimizi , sevgili muhtarlarımızı hizmet ettiği insanları incelemeye ve gerekli yerlere yönlendirmeye yardımcı olmaya davet ediyorum.

İDAM çözüm değil.... ÖLÜME ÖLÜMLE değil, değişimle , yardımla, insanlıkla , destekle çözüm bulmalıyız.

Ben değişirsem dünya değişir....bunu çok okuyoruz ama değişimi hep başkasından hizmeti hep devletten bekliyoruz...

Ben bir dernek başkanıyım mahallemiz için projeler üretelim güzel şeyler yapabiliriz dediğimde sevgili muhtarım beni dinlemek yerine mahalle komiteleri var orayı takip edin diye yönlendirmişti...Evet Muhtarın birebir insanlarla değil komitelerde boy gösterdiği bu sistemde belki de komitelere katılmaktı çözüm ve artık komiteyse komite....pireye kızıp yorgan yakmak yerine kurallarına göre farkındalık yaratmalıydım belki de bu da kendime aldığım ders oldu...:)
Sevgiler hepinize hadi harekete geçmeye ben kendi apartmanımdan, sitemden başlayacağım...siz de buyrun...ne dersiniz...?

ÖLÜM yerine, ÖLÜMÜ istemek yerine fark etmek ve çözüm olmak diyorum,
SEVGİ ile, hoş kalın...

17.2.2015
Füsun Aykut

9 Şubat 2015 Pazartesi

Hayata vizörden bakacağım derken, gireceğim kadraj bulamadım belkide

Bir dostumla konuşuyordum,
Hayata vizörden bakacağım derken, gireceğim kadraj bulamadım belkide diyordu...
Çok düşündürücü geldi bana...
Ne idi bizi hep vizörden baktıran,
Mükemmelliyetçilik belki..
Hazırcılık...
Korkular,
Kendini ifade edecek gücü bulamama,
Yalnızlık,
Beğenilmeme korkusu,
İmkansızlıklar,
Zamansızlıklar...
..
Evet hayat bir tiyatro sahnesi ..
Biz de kimi zaman kendi yazdığımız oyunda başrol alırken , kimi zaman da başkalarının yazdığı oyunlarda oyuncu,sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör olabiliyoruz...eğer bir enerjimiz ve yapmak istediklerimiz var ise...
Çoğu insan da izleyici değil midir?
Yaşanmışlıkları izler,
Sesleri dinler,
Işıkları izler...
Kostümleri ve düzenlemeyi beğenir, beğenmez...
Hep eleştirecektir...
Kim bilir belki de bir müzikaldir, kendisini içinde bulduğu , hayranlıkla izlediği..
Ancak işte o sahnede olma, kendini ifade etme isteği yok mu... o başka bir şey hayatın içinde olmak gibi...
Hatalarınla , başarılarınla kabul edeceksindir kendini....bazen alkışları, bazen yuhalamaları göğüsleyebileceksindir.
Oysa izleyici....kendinden kaçandır...
Olanı beğenen,
Yapılanı izleyen,
Takdir eden ya da eleştiren....
Hep bir bahane bulabilendir...
Çünkü kendisi bilir ki yapsa en iyisini yapacak, en güzelini yaşayacaktır...
Keşke yapsa ve keşke YAŞASA...
Vizörden bakanlar haydi biraz da sahneye...hayat sizi bekliyor.Siz sahnede olunca o kadar çok kadrajda yer alacaksınız ki...hayat sizinle bütünleşecek enerjiniz nerede ve kiminleyse ...
Füsun Aykut

Bir Yağmur Öyküsü

Kendimle konuşuyor, ayağıma takılan yaprakları  ezmekten korkarcasına, ürkek ürkek ayak basışlarımla gidiyordum sanki yalnızlığıma…
Her bir adımım daha yaklaştırıyordu beni sanki hüznüme…etraf sakin, bulutlar kapkara , hava dingin ama yorgun,aktı akacak sanki …yağmur mu? Gözyaşlarım mı? Yarış ediyorlardı dökülmeye biri üstüme biri yüzüme akacaktı , akıtacaktı benden beni…bana da her yerde gördüğüm seni…
Hava her karardığında bir kasvet sarardı şehri sanki, el ayak çekilir, havaya değişik bir koku yayılırdı, üşürdü ellerim, aynı yüreğim gibi, oysa birçok kez ıslanmıştım üstümden…birçok kez ıslanmıştı gözlerim de içimden…
Yağmur  pıt pıt düşmeye başladı yerlere, o düştükçe içimden de boşalmak istiyordu yılların biriken yağmurları…yok dedim, bu sefer kaçmayacağım ne içimdeki yağmurdan, ne de dışımdakinden…
Açtım saçlarımı , sımsıkıydı yüreğim, kaskatı olmuş, büzülmüş, sıkılmış acıyordu, bırakıyorum dedim seni de özgür bırakıyorum yüreğim , ıslan gökyüzünden , ıslat gözlerini de içinden.Yağmurun her damlası okşuyordu saçlarımı, yüzümü, içimden gelen gözyaşım da okşuyordu gözlerimi…ıslanmak dedim ne nimet  saklı her bir damlada….haaa küçükken duymuşluğum vardı, yağmur suyu saftı ve biriktirip saçlar yıkanırsa çabuk uzardı…. Evet kim bilir ne nimetler vardı , ne biriktirmişti o her bir damla, nerelerden buharlaşıp yoğunlaşıp kim bilir hangi yollardan gelip düşmüştü benim tepe çakrama…ya içerden akan? kim bilir ne birikimlerden süzülüp geliyordu?
Süzülüyordu saçlarımdan, yüzümden, gözlerimden….ıslandıkça yüreğim hafifliyordu, çünkü yağmur dışardan , gözyaşım içerden hem içim , hem dışım yıkanıyordu, ıslandım, ıslandım, ıslandım….ayaklarım vıcık vıcık, pantolunum her zerresi su içinde , saçlarım , üstüm başım…
Hem ıslanıyor, hem hafifliyor, hem de gülüyordum içimden….ben hiç kendimi yağmura bırakmamıştım ki , ben hiç kalbimi bu kadar rahat koymamıştım ki…
Korkmuştum hep ıslanınca çirkin görünmekten…
Korkmuştum hep ağlayınca güçsüz görünmekten…
Oysa şimdi, her noktama kadar ıslanmış bir o kadar da güzelleşmiştim.
Oysa şimdi ruhumu yıkamış, hafiflemiş, daha da güçlenmiştim….
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, benden başka kimseler yoktu sanki bu evrende…. Küçük bir kedi yavrusu gibi ıslak , ama koca bir aslan gibi yürekli, parlak ve cesur…
Eve  yaklaşmıştım, ohhhh dedim, ıslanmak da güzel , hem dışardan hem içerden komple yıkanmıştım..
Daire kapısına yaklaşmıştım önce halimi bir selfi çekeyim dedim, çektim, ıslak bir fare gibi görüleceğimi düşünerek güldüm kendime….sonra kapı girişinde soyundum bütün ıslaklığımı…
Artık hem içim hem dışım yıkanmış her şey kapının girişinde kalmıştı…
Hafif hafif gittim duşa….sıcacık bir duş…hemen ısıtmıştı …. Ellerim ısındı en önce, yüreğim zaten ısınmıştı kendimi böyle hafif  ve mutlu hissedince…
Sıcacık sımsıcaktı şimdi…  sonrası sıcak bir kahve üstüne bir kitap hem de ne kitap :) ”Bir kış gecesi eğer bir yolcu”…. Şimdi yazmak vardı hikayemi  içimde yok olup kaybolduğumca…

28.01.2015  Füsun Aykut

BEN AYNAYIM

Arkamda sırrım var benim.
Kimi zaman el, kimi zaman masa , kimi zaman boy olurum ben sana....
Bir bilsen bana gelmelerini.
Ah bilsen bendeki hallerini.
Kendinle ilk yüzleşmen benimle.
Güzelliğin, Çirkinliğin. ..ağlayışın ah o gülüşlerin....
Hesaplaşmaların kendinle.
Bazen öylesine bakar geçersin.
Bazen çok derinlere iner kendinle sek içersin.
Sırlarım var benim arkamda....
Eskidikçe dökülürüm aslında parça parça...
Kendini nasıl görmek istersen bir araçım ben sana.
Bir aynan mutlaka vardır gözüne iyi gelen.
Senin sırlarını sana olduğu gibi resmeden.
bazen bir market camı bazen yerdeki su birikintisi, bazen arabalarin camları , bazen kuaförün aynası....
O kadar çok yerden yansırsın ki kendine....
Oysa sana ait olan, duygularını arkasına sırlayan senin her halini sana yansıtan...değil midir ?
Değil miyim aslında ; sana can olan yoldaş olan , sırlanıp Sırdaş olan.
Bazen el aynası, bazen masa , bazen boy ..bazen büyüteç olan.


05.02.2015Füsun Aykut