27 Ağustos 2014 Çarşamba

SINIRLARIMIZ


Kıskanılıyorsan bil ki aslında onun seninle derdi yok, rakiplerinden kendini aşağı görüyor...bilirim NARSİST in ne olduğunu, seni uçan kuştan esen yelden kıskanmanın ne olduğunu, o yüzden diyorum ki arkadaş kıskananın asıl derdi kendiyle....
Özgür bırak ki eşin, sevgilin, partnerin her kimle berabersen , cendereye girmesin...
Senin yanındaysa bil ki bu dünyada milyarlarca insan dururken sen seçilmişsin.
Ne sen onun sahibi , ne de o senin sahibin...sadece deneyimleyeceğiniz hayat için aynı yolda yürümek derdiniz...
Hiç kimse dört dörtlük değil yin ve yang gibiyiz, hem iyi hemde kötüye sahibiz. ve hengisini beslersek anlarımız iyi ya da kötü yaşanıyor.
Özgür bırak, özgür bırak ki kendisi olsun....hani sen yokken olduğu gibi kendisi ne ise o olsun ilk aşık olduğun gibi ve hatta seviyorum diyorsan izin ver kendisini gerçekletirsin , gerçekleştirsin ki bak gör ne mutlu oluyor, o mutlu oldukça da sen! ya sen nasıl mutlu oluyorsun
.
Mutluluk anda değil mi süreçte yaşamıyor muyuz anları, o halde kimi kimden kıskanıyor da o AN ları zehrediyorsun...
Uyum, uyum ve uyum, denge , denge ve denge.... Uyum, denge ve doyumun olduğu bir ilişkide üzülmek konu bile olmaz...
Şunu da unutma bir kadın mutluysa erkek daha mutlu olur....erkeksen ve mutsuzsan kendini bir sorgula...
Yuvayı yapan dişi kuş derler ya ben de diyorum ki yıkan da erkek kuş...
Sınırlar sınırlar ve sınırlar....eş de olsan sınırlarının aşılmasına izin verme..
Kadın mısın? çık artık anne rolünden, sen onun annesi değilsin...onu bakmak değil amacın...şunu da unutma ki erkek önce kadında annesini arar annesini bulduğuna ve her şeyin yine aynen devam ettiğine garantilemek ister kendini, çünkü konfor alanından çıkmak zordur...öyle yetişmiştir, pembe ve mavi patik olayı ... ortak bir hayat yerine belli kalıplar ve roller içinde birer anlaşmadan ileri gidemiyor evlilikler...
Nasıl mı olmalı? bir ilişki başladığı noktadan gelişim de aynı paralellikte olmalıi, hani diyoruz ya aynı dili konuşmak diye,, işte bu dil , duygularda ve her türlü gelişimde de olmalı...kimse kimseye bakmakla yükümlü olmamalı, kadınlardan çok duyuyorum ( söz meclisten içeri ben de yıllarca aynı değil miydim) saçımı süpürge yaptım her işi yapıyorum, çocuklar da benim sorumluluğumda herşey ama herşey.aynı zamanda çalışıyorum, iş yerrinde birçok projelere imza atan ben çocuğumun öğretmeniyle konuşmaktan, tatil organizasyonu yapmaktan, kırılanı bozulanı tamire götürmekten niye gocunsun ki şimdi ona söyleyene kadar ben kırk kere yaparım demedik mi? dedikçe de sırtımızdaki küfeler her geçen gün artmadı mı? kadın güçlenip erkek pasifleşirken sorumsuz , ilgisiz ve mutsuz değer görmeyen erkekleri biz yaratmadık mı biz onların annesi yerine kendimizi koymadık mı?
Söyleyeceğim şu ki bırakın anne baba olmayın eşinize....
Erkek anneyi evde görünce gönül bağından vazgeçiyor ve kendine değer veren kendisiyle aynı dili konuşan ve hoş kadınları görünce ister istemez gönül kaymıyor mu?
Kadın, kadınlığını bilmeli, erkeğin güzeli ve özeli olarak kalabilmeli, erkek de öyle, herkes sorumluluklarını bilmeli...ve birbirinden uzaklaşmak yerine daha da kenetlenmeli...
Bırak kaybetme korkunu, karşındakine sadece değerli olduğunu hissettir, bakımlı ol özel ol, muhtaç ve mağdur rollerinden vazgeç... vazgeç ki hem sen hem o özgürleşsin ve artsın mutluluğunuz...
Ha ben mi...annelik rolümü bıraktım ve kendimi sorgulayınca herşey bitti...
Bitmesin , herkes özünde o kadar değerli ki , önemlii olan o değerlerimizi görmek ve dengeyi sağlamak....
Haydi çok konuştum yine kalın mutlulukla, kendiniz olarak...sarılın eşinize sevgili olarak....
içimden aktı geldi işte....



KENDİNE KÖR MÜSÜN?


Kurumlarda sistem körlüğü diyoruz ya, ya kendi benliğimizde, bize sunulan fırsatları görmeyişimiz, ezbere hayatlar yaşamamız, olayların içindeki kapalı zarfta sunulan hediyeleri fark etmeden arzu ve isteklerimizin peşinde koşmamız , sadece sahip olmayla mutlu olacağımızı sanmalarımız, değil midir bizi kendimizin önüne engel koyan ..hep daha iyiye sahip olma arzusuyla kendini iyileştirmeden geçmiyor mu hayatlar...
Henry Ford 'un bir sözü vardı en tepeye çıktığımda aşağıya bir baktım ve yukarı çıkmaya çabalayanlar adına üzüldüm çünkü yukarıda birşey yokmuş....
Bir de şöyle diyor;
"Benim sıfırdan başladığımı söylüyorsunuz, ama bu doğru değil. Hepimiz eldekilerle başlarız. Farkı yaratan bunları nasıl kullandığımızdır."
Yani evet hepimizin elinde birşeyler var ve kıymet bilmiyor ve değerlendiremiyoruz,
Hiç kimse sıfır değil, herkesin cebinde farklı yetkinlikler ve farklı güzel özellikler var.
Şimdi bakalım kendimize;
insanlara önyargıyla yaklaşıp bizi rahatsız eden davranışı var diye yok sayıp silmiyor muyuz defterden...Oysa seni rahatsız eden kabul edemediğin nedir? Onun üzerine bir git, ve yüzleş o kabul edemediğinle, "KENDİNE KÖRLEŞME" burada işte bence , çünkü kınıyoruz, eleştiriyoruz ve sanki tek doğru varmış gibi değişime kapalı ve etrafımızdakilerin farkına varmadan olan olaylardan öğrenmeden, farkındalıklar yaşamadan, olayları aklımızda kapatmadan askıda bırakmıyor muyuz, sonra her konu tekrarında rahatsızlığımız çıkmıyor mu su yüzüne? Doğru sadece senin doğrun değil, bir tane doğru yok, onun penceresinden olayı görmeye çalış ve seni rahatsız eden şeyle yüzleş, olanı ve herkesi olduğu gibi kabul et, kabul etmek demek , benimsemediğin o hareketi yapacaksın demek değil, o da onun doğrusu de, onun yaşanmışlıkları farklı de ve insan olarak onun da öğrenme sürecinde olduğunu kabul et.Ona; doğru ayna olabilirsen o kişi de kendini fark edecektir, kördür belki gözleri alışmıştır pohpohlanmaya yükseldikçe yükseliyor yükselirken de ezip geçiyordur kırdıklarını fark etmeden, kendisine objektif aynaları görmeden...
Etraf için çifte gözlükler takıp hayata bakarken, özüne bakmayı bilmeden...
Miyop, hipermetrop, astiğmat mısın bunların hepsi için gözlükler var.
Ama kendine körsen eğer bunun tek çözümü var, "AT GÖZLÜĞÜNÜ" çıkar kafandan geniş açıyla bak etrafa.......DUR ve kendini dinle...sadece ANLA...
AN-ladıkça her şey nasıl anlam değiştirecek, ve o eski kelimelerin yüklediğin anlamlardan özgürleşecek.
Aydınlıklar içinde kendimizi görebilmek dileğimle.
Füsun Aykut


YOL AYRIMLARI

Her seçim bir vazgeçiştir;
Tabi eğer vazgeçtiğin şey senin konfor alanını bozacak ve kendi ayakların üstüne basmanı isteyecek ise yol ayrımları hep zor gelir insana...o yüzden de diyorum ki Bağımlı değil ama bağlı ilişkiler,
İhtiyaçtan dolayı değil, sevgiden dolayı beraberlikler...
Koluna bile sahiplenmeyeceksin demiş ya hani Can baba..;
Evet koluna bile sahiplenme...
Nasıl ki senin oldular o benim dediklerin....
Elinden kayıp gidince artık senin olmayacaklar...
Sende ne var biliyor musun?
Algı var
Akıl var,
Anlamlar var;
Değerlerin var,
Düşündüğün ve her şeyi anlamlandırabildiğin kadarsın..üretebildiğin, sevebildiğin, paylaşabildiğin kadar da artarsın...
Artmak mı hani o vazgeçtiğinde konfor alanını bozmayacak olanlar işte...
Kendine yetiyorsun, üretiyorsun, yürekten paylaşıyorsun, seviyorsun, özgürsün işte o zaman , işte o zaman bir yol ayrımı çıkarsa eğer hiç tereddüt etmeden istediğin yola gidersin, çünkü bundan sonrasını gidecek olan sensin....konforunu yaratan şeyler değil...
Ormanda yol ikiye ayrıldı. Ben daha az kullanılanı seçtim. Bu, hayatımdaki bütün farkı yarattı. demiş Robert Frost...
YOL İKİYE AYRILDI
Yol ikiye ayrıldı güze batık ormanda,
Gezemediğim için üzgünüm ikisini de
Bir gezgin gibi tek başına, uzun süre
Durdum, baktım en uzaktaki yola
Bükülüyordu çalılıkların arasında;
Ardından ötekine saptım güzellikten nasipli,
Kim olsa onu seçmez miydi zaten,
Çimenlerle kaplıydı fethedilmekti niyeti;
İşin doğrusu yolların her ikisi de
Gerçekte eşit ölçüde aşınmıştı,
Ve ikisinde de seher eşit uzanırdı
Yapraklara, ayak altında kararmamıştı renkleri
Âh, ilkini bir başka güne bıraktım!
Anlamadan bir yolun başka bir yola kavuştuğunu,
Kararsızdım gidersem dönemem asla geri.
Anlatacağım derin bir âh ile bu durumu
Yıllar yılı her yerde her zaman:
Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben--
Daha az katedilmiş olanı seçtim,
Ve bütün ayrımı yaratan da buydu.
Robert Frost


18 Ağustos 2014 Pazartesi

Yağmur yemiş bir deniz gibiyim...

Yağmur yemiş  bir deniz gibiyim demiş  Atilla ilhan dizelerinde…
Yağmur yiyen deniz…
Ne güzel olur  değil mi damla damla çoğalıyorsun damlalardan “BİR” oluyorsun ,  sonra tekrar buharlaşıp ayrışıyor rüzgarın götürdüğü yerde birleşiyor yine rüzgarın sürüklediği yerde nerenin ihtiyacı varsa oraya dökülüyorsun…
Çoğalıyorum, bana dokunan yansıyan her bir olayla, her bir insanla çoğalıyorum… Her gün yeni şeyler öğreniyor , değişiyor, dönüşüyor en iyi ben oluyorum…en iyi mi? Kim en iyi? Nedir  o en iyi olan?
Aslında ben çoğaldıkça herkesle birleşiyor aslında “TEK” iken “BİR” oluyorum.
Düşünsene… bir makine mühendisi ,  bir doktor, bir işletmeci, bir usta, bir işçi, bir yönetici hepsi bana hizmet etmiyor mu? Her birimiz bir diğerimiz ve aslında hepimizin ihtiyacı için uğraşmıyor muyuz?
Ve aslında hepimiz her birimize ayrı ayrı ihtiyaç duymuyor muyuz?
Mühendis ? Talep olmasa arabayı neden üretsin?
Doktor? Hasta olmasa  bu kadar sene neden dirsek çürütsün?
Ya bakkal, ya manav, ya işçi, ya temizlikçi, ya aşçı , ya yönetici ;bunlar olmasa herkes her şey olabilir mi?
Öyleyse nedir bu kasıntın? Nedir bu böbürlenmen? Aslında sen de bana hizmetkarken bu dünyada  nedir bu senden olmayanı küçük görmen?
Yağmur damlasıyım, sadece  küçük bir damlayım  ve seninle sizinle, hepimizle ancak çağlayan olup akabiliyorum, okyanus olabiliyorum…peki o niye?  “BİR”  olmak  için hepsi,  hepimiz aslında hepimiz için…

18.08.2014

Sevgimle…

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Her ışık aydınlık mıdır?

“HER IŞIK AYDINLIK MIDIR?”

Bugün 06.08.2014 Meditasyonda Afet hanım' dan duyduğum bu cümle  şimşek gibi çaktı zihnimde…
Evet  her ışık aydınlık mıydı?
Işık diye gördüğüm her yansıma beni mutlu mu etti? Aydınlattı mı ? Neler yaşadım ? O ışıkları nasıl algıladım? Nasıl değerlendirdim? Doğru yönetebildim mi? İçime çevirebildim mi? 

AYDINLANMA nedir o halde? Her ışık bizi aydınlatıyor mu? Yoksa biz o ışığı hissettiğimiz ve doğru noktaya odakladığımız zaman mı aydınlanıyoruz ? Ya peki aydınlanmak insana huzur mu getiriyor? Yoksa  kişiliğimizin bilinçdışı katmanlarının farkına varmak , varmış olmak daha mı çok acıtıyor bizi…Onları öğrenip su yüzüne çıkardıkça daha mı özgürleşiyoruz  kendimizden?

Bu sahte yüzleri , maskeleri , kalıpları anlayıp tanıdıkça kendi orijinal yüzümüzü mü ortaya çıkarıyoruz?

Osho’nun dediği gibi aydınlandığımızda yeni bir insan olmuyoruz aslında ,aslında hiçbir şey de elde etmiyoruz, sadece bir şeyler kaybediyoruz; bağlantımızı kaybediyoruz, esaretimizi kaybediyoruz, mutsuzluğumuzu kaybediyoruz. Aydınlanma bir kaybetme sürecidir.Kaybedecek bir şey kalmadığında ulaşılan mevki Nirvana’dır.Mutlak bir sessizliğin ortasında kalmaya da aydınlanma denebilir.
İçinizde birisi olmadığında sadece boşluk , hiçlik kalır ki bu aydınlanmadır.

Işığı fark etmek, doğru kanalize etmek, yansıtmak  ve bilinçaltımızdaki tüm kalıplarımızı anlayıp , kendimizi tanıdıkça, özümüze dönmek, kendimiz olabilmek dileğimle, AYDINLIK günlere...Sevgilerimle.