31 Mayıs 2014 Cumartesi

DİNLİYORUM...

Ağaçları dinliyorum.Diyorlar ki:
"Dimdik ayakta dur ve üretken ol.Toleranslı ve esnek ol.Kendine karşı dürüst ol.
Yalnız dur ve birlikte dur.Cesur ol. Sabırlı ol.
Zaman içinde büyüyeceksin."

Rüzgarı dinliyorum .Diyor ki:
Nefes al.
Bedenine, zihnine ve ruhuna iyi bak.
Doğru zamanı bekle.
Sakin ol.
Yüreğinin sesini dinle.
Affet.

Güneşi dinliyorum.Diyor ki:
Diğerlerini besle, büyüt.
Şefkatinle sıcaklığını etrafındakilere yay.
Hiçbir karşılık beklemeden kendini ada.

Dereyi dinliyorum.Diyor ki:
Rahatla, kendini akışa bırak.
Önemli olana yönel,
önemsiz küçük şeyleri bırak gitsin.
İlerlemeye devam et.
Tereddüte kapılma ve korkma.
Gül , kahkahalar at.

Dağları dinliyorum.Diyorlar ki:
Orada ol.
Dürüst ol.
Güvenilir ol.
Yapacağını söylediğin şeyi yap.
Gerçek, içi dışı bir , doğru ol.
Yüreğinden konuş.

Kuşları dinliyorum.Diyorlar ki:
Kendini özgür bırak.
Şarkılar söyle.

Bulutları dinliyorum.Diyorlar ki:
Yaratıcı ol.
Etkileyici ol.
Bırak ruhun özgürce koşsun.
Neşeli ve keyifli olmak için kendine izin ver.
Gerektiğinde hüznünü de serbest bırak.
Ağlamak istediğinde özgürce ağla.

Gökyüzünü dinliyorum.Diyor ki:
Açık ol.
Kendini korumak adına yarattığın,
sınırlarını ve engellerini kaldır.
Değişimi deneyimle.
Uç.

Çiçekleri ve otları dinliyorum.Diyorlar ki:
Sade ve yalın ol.
Küçük şeylerin güzelliğine saygı duy.
Mükemmelliği bırak gitsin.
Kendini olduğun gibi sev.
Değişime de açık ol.
Kabullenmeyi dene.

Böcekleri dinliyorum.Diyorlar ki:
Çalış.
Verimli ol.
Ellerini kullan.
Önündekine odaklan.
Geçmişe aldırma, sadece şimdi vardır.

Mehtabı dinliyorum.Diyor ki:
Sev.
Sevgiyi paylaş.
Aşık ol.
Romantik ol.
Dokun, okşa.
Sevilmeye izin ver.
Kibar, nazik ve anlayışlı ol.
Bir mum yak.

Yıldızları dinliyorum.Bana göz kırpıyor ve diyorlar ki:
Oyunlar oyna.
Dans et, aptal gibi görünmekten korkma , eğlen.

Yeryüzünü dinliyorum.Diyor ki:
Ben senin annenim.
Sana hayat verenim.
Etrafındaki her şeye saygı göster.
Yaşayan, yaşamayan her varlıkta güzelliği ara.
Kendinde de.
Çünkü hepimiz biriz, hiçbirimiz birbirinden ayrı değiliz.
En yaşlıya da en gence de saygı duy.Çünkü Tanrı'ya en yakın olan onlardır.
Başka varlıklardan üstün olduğunu düşünme.
Hepimiz eşitiz, hepimiz aynıyız.
Bana geri döndüğünde seni hoş karşılayacağım ve ruhunu özgür bırakacağım.

Çocuklarını sev, iyi yetiştir onları.
Fırsat buldukça sarıl onlara.
Bana da sarıl,seni asla karşılıksız bırakmayacağım.
ve ...
İnancını asla yitirme.

Dr.Charles Roper




30 Mayıs 2014 Cuma

LOTUS (Nilüfer çiçeği)

Spiritüel alemin gözdesidir lotus çiçeği. Bir yoga pozuna adını vermiş, Hindistan’ın milli çiçeği ilan edilmiş, Asya’da birçok kültürde ve mitolojide resmedilmiştir. Öyle özel bir bitkidir ki birçok açıdan bizlere örnek teşkil eder aslında.









Her şeye rağmen ayakta kalır.
Lotus çiçeği tatlı su göllerinin ve nehirlerin ta dibinde, kirli ve çamurlu ortamda yetişir. O uzun ve güçlü kökü uzanıp suyun yüzeyine eriştiğinde çiçeğin mucizesi başlar. Yaprakları teker teker gelişirken bir gün koca bir çiçek oluşuverir. Ne zaman ki bu çiçeğin yaprakları güneş ışığıyla buluşur, o zaman tüm ihtişamıyla açar, serpilir.  Çamurdan çıktığına “bin şahit ister” o gün, çünkü hem  tertemizdir hem de mis gibi kokar. Her şeye rağmen güzeldir o. Kimilerini şaşırtır, kimilerini mahcup eder,kimilerine ilham verir, örnek olur.

Ne olursa olsun, saflığından ve temizliğinden hiçbir şey kaybetmez.
Suyun yüzeyine erişirken tek bir yaprağı bile ıslanmaz ve kirlenmez onun. Bunun da ötesinde enteresan bir özelliği vardır lotusun, bu çiçek kendi kendini temizler. Bir toz zerresi konmaya görsün üstüne, yapraklarını sallayarak ondan kurtuluverir. Yağmur damlalarını yönlendirerek kirli bölgelerini arındırır. Kökleri çamuru ve karanlığı çok iyi tanısa da çiçeği bambaşka bir alemdedir anlayacağınız. O artık suyun üstünde yükselmiştir bir kere, güneşe kavuşmuş, açmış, herkesi kendine hayran bırakmış alımlı bir prensestir. Ortam onu şekillendirmez. Ruhu her zaman saf ve temizdir.

Son nefesini verdi sanıldığında bile yaşamaya devam eder.
Dayanma gücü yüksektir onun. Hatta bir insan gibi “ vücut ısısını” koruyabilme özelliği vardır. Hava sıcaklığı 10 dereceye düştüğünde bile onun çiçeğinin ısısı 30-35 derecede kalabilir. Belki bu özelliğinden olsa gerek, ateş düşürmek amacıyla şifa için kullanılır. Hem bu amaçla hem de vücudu toksinlerden arındırmak için kökü yenir ve ilaçlarda kullanılır. Çiçeklerinden yapılan çay da bin bir derde devadır ama kökünün bünyeyi güçlendirdiği bilinir.

Araştırmacıları da şaşırtır o.
1300 yıllık bir tohum, 1994 yılında yeşertilebildiğinde botanikçileri iyice hayran bırakır kendine. Savaşçı ruhu kolay kolay ölmez onun. İşte bu yüzden olsa gerek mitolojideki bir çok anlamından birisi de “yeniden doğuş”tur.

Tekamül sürecini sembolize eder.
Bir bitki bu kadar erdemli olunca, tekamülle özdeşleştirilmesi kaçınılmazdır tabii. Karanlıkta ve çamurda köklenip, her daim ışığa doğru yönelip, sonunda güneşe ve ”aydınlığa” erişendir o. Gelişimi dillere destandır. Arınmışlığın sembolüdür. O yüzden de birçok Asya kültüründe lotus çiçeğine yüklenen anlam bedenin, dilin ve zihnin arınmışlığıdır.

Lotus çiçeği gibi kendimizi arındırabildiğimiz, kendi bataklığımızın farkına varıp  içinden güneşi görüp çıkma azmimizin  hep olmaası  ve gördüğümüz güneş ile tüm güzelliğimizi yansıtmamız dileğiyle..Sevgiler

30.05.2014  Gölyazı Nilüfer Çiçekleri (Lotus çiçeği) için fotoğraf gezimizden kareler.


27 Mayıs 2014 Salı

Bugün bu müzikle uyandım...

Günaydın hayat...
Günaydın...

Arzu ve korkularınızın son bulduğu , tutsaklıklarınızın bittiği bir  güne merhaba demiş olun....
Sempati ve antipatilerimizin oluşturduğu davranış kalıplarınızdan kurtulun....

"İstediğinize inanabilirsiniz, ve eğer inandığınıza uygun hareket edebiliyorsanız o zaman o her ne ise onun meyvesini toplayabilirsiniz" diyor Sri Nisargadatta Maharaj

Psikolojideki 3D yi düşünün şimdi; Duygu, Düşünce Davranış....

Duyularımla algılarım,düşünürüm ve davranırım....
O halde algılarımı güzellikleri görmeye açıyor, güzel şeyler düşünüyor, kendime inanıyor ve hayallerim doğrultusunda eyleme geçiyorum....bu doğrultuda meyve toplamamam mümkün mü?

Sevgiyle diyorum....iyi niyet,iyi düşünce ve davranış....şimdi deriiiiin 3 nefes ve bu güzel müzik eşliğinde düşüncelerinize bir odaklanın...

Yaşam Koçunuzdan...


https://www.youtube.com/watch?v=OE0Avd0uV1g





23 Mayıs 2014 Cuma

"Sen en güzel gerçeksin"

Çok huzurluydu çok istemişti beni ...kendisi için dikkat etmediği şeyleri sırf ben varım diye kontrol etmeye başlamıştı, yemeğine, uykusuna, stresine, hareketlerine herşeyine daha dikkat eder ve vücudunu dinler olmuştu...aylarca vücuduna bağlı on-küsür kiloyu ekstradan taşımıştı.Artık olmuştum büyümüş ve mücadeleye atılma vaktim gelmişti...
Candan can kopacaktı, büyük sancılar, hazırlıklar ve aylarca gözü gibi sakındığı beni dünya karmaşasının içine atacaktı, kendine güveniyordu bana bakmayı diliyordu tüm sevgisini vererek, oysaki bilmiyordu belki de ben gelirken o gidecekti beni dünyada yalnız tek başıma bırakarak...

Çok huzurla, ekmek elden su gölden yaşadığım dünyadan ölmek, bilinmez ve zorluklarla dolu yaşam savaşı vereceğim hastalıklara, kötülüklere, acılara ve tatlılara açık, bilinmez bir yeni dünyaya tekrar doğacaktım....
Yaşadığım bu dünyada nefes almama gerek kalmamıştı ciğerlerim henüz aktif değildi ama oksijen alıyordum, görmeme, koklamama da gerek yoktu ...ama hislerim kuvvetliydi, dokunabiliyor, duyabiliyor sevgiyi hissedebiliyordum .

Büyük bir acı  ve çığlıklarla canından can koparıyordu, beni bilinmeze, mücadeleye doğururken ; kimbilir belki de öldürüyordu, benim aslında yaşamım sadece dokuz ay mıydı ? orada yaşatılmıştım rahat içinde, konfor içinde, ihtiyacım olan her şeyin içinde..

Atıldım, bir mücadeleye; konforla bağım kesilmişti, kendim nefes almam, kendim görmem, kendim duygularımı belli etmem, kendim yaşamda kalmak için mücadele etmem gerekiyordu..
Öğrendim , ilk önce aslında yalnızlığa itilmeyi öğrendim, gülmeden önce ağlamayı öğrendim, sevmeden önce sevilmeyi öğrendim...yürümeden önce düşmeyi...

Bir şeyemi ihtiyacım var? Ağlamam, kendimi hissettirmem, kendimi saydırmam, artık ben de varım hayatınızı bana göre değiştirin mesajını vermem gerekiyordu...

Ağladım; karnım doydu,
Ağladım; altım değişti,
Ağladım; kucaklandım,
Ağladım ; fark edildim.

Bütün gelişim evrelerini geçirdim, saydırma dönemim oldu, beğendirme dönemim oldu, özenti dönemim oldu, taklit dönemim oldu, bir çok gelişim evrelerinden geçtim...

En büyük mücadelem hayatta kalmak içindi...Çünkü çok büyük bir travmayla anne karnındaki hayattan atılma, bağlarımdan kopma travmasıyla gelmiştim bu dünyaya...

Sağlıklı olmam kendimi korumam gerekiyordu, bir okula bir derse gitmemiştim ki başıma neler geleceğini bilmiyordum ki? hazır bir sisteme doğarken , rahatlıktan ve mutluluktan ölmemişmiydim? Burası cennet miydi? yoksa Cehennem mi? neye göre cennet ? neye göre cehennem? sadece bir melek vardı benimle direk ilgilenen adıda ANNE imiş sonra öğrendim.

Diğer herkes sadece geçici ilgilenir ,bazen sever geri çekilirler ama her ağlamamda yanıma koşan bir melek benim her şeyimle ilgilenirdi, O bana atanmıştı emrime verilmişti benden direk sorumluydu , beni bu bilinmeze hazırlıyordu, tabi kendi bildikleri ve kendi dünyası kadar...

Ailem vardı, sülalem, çevrem arkadaşlarım oldu,acılarım, tatlılarım, heyecanlarım oldu...

Bir gerçek vardı; içimdeki o korku ilk bu hayata ölüşümdeki "KORKU"  yaşamda kalma korkusuydu belki, yeni bir dünyada "AYAKTA KALMA KORKUSU" hep o konforu aradım,  her şey de ve herkeste  o karşılıksız anne sevgisini aradım, anneme güvendiğim gibi herkese güvenmek, annemi sevdiğim gibi sevmek ve sevilmek arzusuydu arayışım.

Bir gün ben de o koşulsuz sevgimi verebileceğim çocuk yapma ve anne olma içgüdümle  anne oldum, hayat sanki tekerrür ediyordu  ben de özen gösterdim aylarca taşıdım ve vakti gelince bağımı kopardım onlara melek oldum...koşulsuz sevdim...evet ben de koşulsuz sevilmiştim benim de meleğim var hala da var 46 yıl oldu acılarım oldu, üzüntülerim oldu, mutluluklarım oldu, o hep benim sol yanımda oldu, yüreğimde ve hep yanımda...

Hala korkuyorum neden mi çünkü o 9 ay yaşadığım konforu hala tamamlayamadım...
Oysa dünya bir büyük anne karnı değil mi? ve dünyadaki bütün diğer yaradılanlar da benim bir parçam ...onlarla bir bütün değil miyim? Burası da aslında bir cennet değil mi? konfor alanımı kendim yaratmıyor muyum? Neden diğer yaradılanları farklı görüp ötekileştirip sevgisizliği seçiyorum, onlar da benim kolum kanadım bir parçam değil mi ? aynı havayı solumuyor muyuz? Aynı kaynaklardan beslenmiyormuyuz?

Biz gerçek değilmiyiz? bir konfordan bilinmeze atılmadık mı hepimiz? Aslında hepimiz aynı kaderi paylaşmıyor muyuz? Eeee o zaman hepimiz bir olup birbirimize karşı koşulsuz sevgiyi seçmek varken neden kolumuzu kanadımızı öteki olarak görüyoruz? Neden soluduğumuz havayı mahvetmek için uğraşıyoruz? Neden tüm kaynaklarımıza sahip çıkıp tek vücut olarak hareket etmeyi seçmiyoruz?

Neden, neden, neden?  Acaba esas ve en güzel gerçek biz değil miyiz?

Füsun Aykut 23.05.2014




21 Mayıs 2014 Çarşamba

MUTLULUK




MUTLULUK
“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ? 
İşin kolayına kaçmadan ama 
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil 
Ne de ak örtüde elmaların 
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini 
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”

Demiş Nazım Hikmet…

Ha bir de Filozoflar vardı ; mesela  Ludwig  Marcuse diyordu ki; MUTLULUK MUTLULUKTUR!...  niye sorguluyorsun  kardeşim der gibi…

Herkesin derdi değil miydi  “mutluluk”

Kafamda mutluluğun tarifini yaptığım bir dönemdi, içimde tam onun cevabını arıyordum.

Bir uçurtma şenliği ilanı görmüştüm. Çok heyecanlandım, çünkü uçurtma bana özgürlüğü çağrıştırıyordu, aynı kuş gibi , çocuk gibi…Bu sefer uçurtmamda mutluluğun resmi olmalı dedim. Gökyüzünde süzülürken uçurtmam , ılık ılık esen rüzgar  vermeliydi bana özgürlüğümü…o  resimde bir kuş, bir güneş,  el  sallayan çocuklar olmalıydı…
Her renk olmalıydı bir de ; morun zorluğu , sarının hainliği, kırmızının gücü, siyahın asaleti, pembenin neşesi, mavinin  dinginliği ,yeşilin  huzuru ve beyazın içindeki her renk gibi  ben de bembeyaz giymeliydim tüm bu renkleri kapsayan…
Güneş öyle bir kavuruyordu ki ,önce  resimler yapılmalıydı  sonra  çatmak kalıyordu   çıtalarına… Çekilecek  bir ağaç gölgesi bulamıyordum kalabalıktan, mis gibi döner kokuları  geliyordu, birileri de ızagara mı yapmıştı ne? Piknik alanı düğün yeri gibiydi, seyyar satıcılar, suuu diye bağıran sucular, çekirdekçiler….evet piknik alanı çok eğlenceli görünüyordu.
Resimleri yapmıştım çıtaları da çattık, upuzun bir ip …öyle uzun ki yarışmadaki en uzun ip ve en uzun kuyruk  benim uçurtmamın olacaktı….
Bu sefer uçurtma uçururken koşmak gerekiyordu; en hızlı, en yüksek uçan en güzel süzülen birinci olacaktı  bütün gün yorulmuştum, acıkmış, susamış  ve çok heyecanlıydım…Kendi özgürlüğümü ilan edecektim sanki, içimdeki bütün duygular  bütün renklerle örtüşüp uçacaktı sonsuzluğa….
Koşarak uçurdum, sanırım birinci olacaktım , ama birinci olmak için uçurtmanın tekrar  yere süzülerek inmesi şartı vardı, oysa  ben… özgürlüğü çizmiştim , tüm duygularımı ,tüm renklere yükleyip kuşlarla uçurmuş, çocuklarla el sallatmıştım, tekrar alamazdım aşağıya , vermeliydim özgürlüğümü sonsuzluğa…evet önce dedim gönlümde birinci olmalıyım …duygularımı yükledim  sonsuzluğa ve ipi sonuna kadar salmıştım geri çekmeyeceğimi bilerek…bıraktım bütün  duygularımı bıraktım,  öyle hafifledim ki…açtım, yorgundum, susuzdum….hafif hafif yere yığıldım….huzurluydum, neşeli, kim bilir belki de MUTLU…

Füsun Aykut

20.05.2014 




20 Mayıs 2014 Salı

NE GÜZEL!..

NE GÜZEL!..

İnsanın dostları olması ne güzel...
Ne güzel sesini duymak istedimler...
Ne güzel sen kalbimin bir köşesinde hep varsınlar...
Ne güzel iyi ki varsınlar...

Bir ışık olduğunu bilmek ne güzel..
Sana ışıldayanları görmek
Anlamak karşındaki gözlerin derin sırlarını
Ne güzel insan olmak...

Ne güzel hatırlanmak,
Sevmek , sevilmek ...
Ne güzel değer bilmek...
Karşındakinin değerini görebilmek...

Ne güzel yıllar sonra aradığın dostunla ;
Sanki yıllar hiç geçmemiş gibi kaldığın yerden devam edebilmek...
Ne güzel yaşamak ...
Ve yaşadığın mutluluğu yansıtmak...

Ne güzel ey dost..
Sevgiyle ayakta kalabilmek...
Özlediğinde aramak...
Sesini duyduğunda rahatlamak....

Ne güzel AN'ların farkında olmak..
Her AN 'a gereken değeri verebilmek,
Ne güzel her gördüğün insandan birşey öğrenmek..
Ne güzel fark yaratmak...yüreklere sevgiyle dokunmak...

Ne güzel yaşamak,ne güzel her sabah yeniden doğmak...
Ne güzel İNSAN olmak....
Ama İNSAN gibi YAŞAMAK...
Sevgiyle,saygıyla, hürmetle,merhametle...

20.05.2014 Füsun Aykut