16 Aralık 2013 Pazartesi

Anlamsız...

Sen daha kendini tanımazken , benim seni anlamamı nasıl beklersin...Ya ben , ben daha kendimi tanımamış kabul edememişken seni anlayıp tanımayı nasıl beklerim...
Ben; ya ben daha kendimi bile sevmeyi öğrenememişken, başkasını sevmeyi istediğimi nasıl sanarım anlamsız...


Ben

Kendimden başka hiçbirşey değilim.

1 Aralık 2013 Pazar

PAR-ÇA-LA-NI-YO-RUZ

Erkeğin mantığını, kadının ise duygularını bir kenara bırakması gerekir.
Devir eşitlik devri derken hata yapıyorum biliyorum… Çünkü eşitlik değil “farklılığı ve değişimi yönetim devri”…
Benim annem  çalışmıyordu, okuldan eve geldiğimde beni bütün sevgisiyle karşılayan ve eve geldiğimde kapıyı açan her öğün dört dörtlük yemeklerin hazır olduğu bütün işlerin mükemmel yapıldığı marifetli bir annem var. Şanslıydım, çünkü annesi çalışan arkadaşlarım bu saydığım şeylerden mahrumdu. Dolayısıyla model aldığım KADIN evini yönetebilen çocuklarına yetebilen bir anne modeliydi.
Ben uluslararası bir şirkette yıllarca çalıştım şehir dışı, yurtdışı bir çok seyehatlerim oldu, yoğun projelerde çalıştım…gün geldi sistemler bozuldu şirkette sabahlamak durumunda kaldım. Ama öğrenilmiş kalıplarım vardı, ev işleri , çocuklar da mükemmel yönetilmeliydi…gecem gündüzüm; evim , çocuklarım ve işim üçgeninde geçti…bastırılmış ve ötelenmiş yaşanmak istenilen ve yaşanamayan diğer bir hayali hayatım oldu hep…
Bizim dönem kadınları tam Türkiye’nin kırılma noktası ev kadınlığından iş kadınlığına geçişin arttığı bir dönemde varolan ve güçlenen kadınlarız, evet, öyle annelerimiz vardı diye o dönem şanslıyken , iş hayatımızda  öğrenilmişliklerin yaşattığı kalıplarla artık şanssız kadınlar olmuştuk.
Eşlerimiz mi? onlar için de değişen bir şey yok, çünkü onların da belki % 70 inin annesi ev kadınıydı ve ev işleri mükemmeldi kendi eşleri de doğal olarak öyle olmalı her şeye yetmeliydi…anormal bir şey değildi ki.Onlar da el üstünde tutulan ve hizmet bekleyen kocalar olmayı beklediler hep…
Bizim kuşağın çocukları mı onlar çalışan annelere sahip, artık evde yardımcı teyzeler vardı ve anne sosyal ve çalışan, ayakları üzerinde duran, kuralcı bir kadın, dolayısıyla kız ya da erkek çocuk anne ya da baba arasında bir iş ayrımı göremez olmuştu her ikisi de çalışıyor eve geç saatte geliyor ve kadın erkek ayrımöı pek hissedilmiyordu.
E hani babanın bir erkek olarak avcılığı nerede kaldı,  e hani DNA’ sında yumuşak, duygusal  sadece evin içinde olan kadının dişiliği nerede kaldı, artık savaşçı bir erkeğe dönüşmüştü, dik duruyor, güçlü , her işi halledebiliyor ve kendini ezdirmiyor , akşama kadar savaşçılarla savaşıp savaş etmeyi öğreniyor ,dişiliğini bastırıyor ve kimlik değişimine uğruyordu…
DNA’ sı savaşçı olarak kodlanmış erkek ise duygusallığı öğrenmiş, iş paylaşımından dolayı daha yumuşak olmuş ve gerektiğinde kendisini terk edebilecek güçlü bir kadına sahip olmanın ezikliğini yaşıyor.
Şimdiki gençlerin modellerine bir bakın gelen kodlamaları farklı, yaşam tarzları ve hayatın uygulaması farklı, nasıl olacak peki bu uyum? Hadi çıkın bakalım işin içinden …
Bütün psikolojik patlamalar, uyumsuzluklar hep buradan kaynaklanıyor işte….gücüm elimde diyen kadın ,hem savaşçı hem dişi olma yükünü kaldıramazken, savaşçı olan erkek kadına yenilmenin ve tüm bu değişimi yönetememenin zoruyla sevgisinden ve saygısından da vazgeçen oluyor, eşi zamanla annesi rolünü bürünüyor ve gönlünü  onu daha iyi anlayan sadece dişiliği dikkatini çeken diğer kadınlara kaydırıyor.
Bu geçişin de psikologlar, sosyologlar seviyesine gelmeden önce, bence eğitim sistemimizin içinde bir   gelişen ülke olarak  değişimin yönetimi diye bir ders her seviyede işlenmeli… Türkiye bir dönem geçiriyor, bu sürecin daha sağlıklı geçirilmesi için uzmanların konuya el atmasını ümit ediyorum…
Kadınlarımızın ayrıştırılmadığı, yasaklanmadığı, kısıtlanmadığı kadın erkek ayrımından ziyade kadının gücünden korkulmayan bir ortak yaşam istiyorum ve bunun sağlanabilmesi için de erkeğin mantığından vazgeçmesi, kadının hissiyatından vazgeçmesi şarttır diyorum. Bütün ayrımların ortadan kalktığı erkek ya da kadın her ikisinin de insan olduğunun kabul edildiği ve doğallıklarını kısıtlamadan yaşayabildikleri bir dünya istiyorum…
DEĞİŞİM, DEĞİŞİM diyoruz ama yönetimini bilmeyince PAR-ÇA-LA-NI-YO-RUZ…..
07.11.2013  Füsun Aykut

Nehir olmak


Sevgili dostlar…Bugünkü meditasyonun konusu vakit ve akışta olmaktı, sevgili Afet hanımın çok etkilendiğim birkaç sözünü paylaşmadan duramayacağım;


Ey can; diyor…. akışta ol, sadece o zaman, bu zaman, ay tutulması , güneş tutulması diyip dualara ve meditasyonlara yumurta kapıya gelince sarılma…her zaman akışta ol, her zaman meditasyon yap…kendini okyanusa karışacak bir nehir gibi düşün…nehir içindeki bütün canlılarla beraber akıştadır, akıp giderken önüne gelen kayaların etrafından dolanmaz, akar ve üzerinden geçer gider ve hatta geçip giderken yosunlardan bile sürtünürken çok şey alır ve çok şey bırakır, geçip gittiğin yerlerin farkında ol…sonunda bir okyanusa ulaşırsın ve sonra buharlaşıp bulutlara karışırsın yine planlı değil rüzgar seni ne tarafa sürüklerse o tarafa gidersin ve tekrar damla olarak nerede sana ihtiyaç varsa oraya düşersin….
…………………
o kadar güzel bir betimlemeydi ki beni çok etkiledi…. evet damla olarak düştüğümüz yerler aslında istemediğimiz yerler olsa bile o yerin bize ihtiyacı var ve onun için düştük….dinliyorken bir baktım gözyaşlarım süzülüyor evet benimde pişmanlıklarım ve aslında düşünmediğim ve istemediğim yerde olduğum zamanlarım oldu ve bunu dinlerken bir sinema şeridi gibi gözümden yaşlar aktı gitti , benim de dokunduğum onca insan vardı ve belki de o dokunuşlarım onların bir dönüşümüne bir kurtuluşuna sebep oldu…
Artık daha da akışa bırakacağım kendimi ve damla olarak nerede ihtiyaç varsa oraya düştüğümün farkındalığını yaşayacağım….